foto: Eyüp KANAR

28 Eylül 2012 Cuma





Has Parti’nin Kurucu Üyeleri, Değerli Arkadaşlar;
Altını imza koyduğumuz beyanname ile nasıl siyaset yapacağımız ve siyaset yoluyla neler yapacağımıza dair halka taahhütte bulunmuştuk. Bu beyanname aynı zamanda aramızdaki ahitleşmeydi; birbirimize nasıl davranacağımızı vazeden bir mukaveleydi. Bazı arkadaşlar, AKP’ye katılma kararı alarak bu sözleşmeyi ortadan kaldırdılar. Şimdi de Has Parti’yi ortadan kaldırmak için “fesih” gündemiyle olağanüstü kongreyi topladılar. Daha önce defalarca söyledik, bir daha söyleyelim. Başka bir partiye katılacak olan arkadaşların partiyi kapatmak istemeleri doğru değil, bu davranış etik de değil. Gitmek isteyen gitsin parti ile ilgili kararı kalanlar versinler.
Size bir selam getirdim, daha doğrusu bir emanet söz. Kadıköy Gençlik teşkilatından Serkan. Babası çalışamıyor, annesi hasta. Bir kardeş özürlü. Tüm aileye bakan, analık babalık eden Serkan, Pizzacı’da çalışıyor, ancak 700-800 TL kazanabiliyor. Serkan ayda 50 TL veriyordu, tüm toplantılara ve eylemlere geldi. Çok ümit bağlamıştı, inanmıştı yaptıklarımıza. Beni aradı; mesajını iletmemi istedi. “Hakkımı helal etmiyorum; ümidimi yıkanları Allah’a havale ediyorum” dedi. Hani Hakkari’de sokaktaki insanla Çankaya Köşkünde oturan insan eşitti; Serkan AKP’ye gitmeyi akıl edemedi, gitmenin yolunu bulamadı da siz götürüyorsunuz, öyle mi?
Bu selam her şeyi anlatıyor. Artık “Dün bunları söylediniz şimdi ne oldu da bu sözleri ortada bırakıyorsunuz?” demiyoruz. Çok açık ki siyasete bakışımız farklıymış. Şimdi yollarımız ayrılıyor, bundan sonra farklı kulvarlarda siyaset yapacağız.
Serkan ve ben ikna olmuyoruz ama “stratejik hamle” dediğiniz bu yol değiştirmeyi izah eden argümanlarınız vardır. Bunları anlatıyorsunuz zaten. Biz de konuşuyoruz, biz de anlatıyoruz. Kasım 2010’da partimizi kurarken mevcut siyasetle aramızda sadece Türkiye’nin sorunları ve çözüm yolları konusunda değil, siyaset anlayışı ve siyaset yapma biçimi olarak da köklü farklılıkların olduğunu bildirmiştik. Bugün burada farkımızı, bu iki yolu, gidenlerin nereye gittiğini, kalanların nede ısrar ettiklerini bir kere daha anlatacağım.
Doğrudur; Türkiye seçmeni, 1950’den bu yana yapılan bütün seçimlerde, cumhuriyet elitleri ve bunların kurumsal yapısı olan CHP’nin karşında hangi partiyi görmüşse o partiye oy vermiş, o partiyi iktidara taşımıştır. Ancak başka bir doğru daha var; halkın oylarıyla iktidara gelen tüm partiler, bir süre sonra halkı unutmuş, sivil-asker bürokrasi ve büyük sermayenin vesayetini kabul ederek, onların tercihleri ve talepleri doğrultusunda ülkeyi yönetmişlerdir; işleri de hep kapalı kapılar arkasında kotarmışlardır. O nedenle ülkede gerçek anlamda halkın iktidarı inşa edilememiş, tam demokrasiye geçilememiştir.
İlk defa Refah Partisi ile birlikte, çoğunluğun değerlerinin, talep ve tercihlerinin taşıyıcısı olan bir kadro iktidar ortağı olunca bu ülkede nelerin yaşandığını, 28 Şubat’ı hepiniz biliyorsunuz. Türkiye halkı, 28 Şubat’ın toplumsal, siyasal ve ekonomik yıkımına karşı dönemin tüm siyasal aktörlerini tasfiye ederek AKP’yi iktidara taşımıştır. AKP’den beklenen, vesayet sistemine son vermesi, adil ve demokratik işleyen bir ekonomik ve siyasal sistemi inşa etmesiydi.
Peki, AKP ne yaptı, 10 yıl sonra neredeyiz; insanımızın özgürlük, eşitlik ve adalet talebi karşılanabildi mi, Türkiye’de vesayet sistemine son verilip tam demokrasi inşa edilebildi mi?
Bugün ne düşünüyor bilemiyorum ama çok kısa bir süre önce Sayın Numan Kurtulmuş bu soruya,  “Onların Ahmet’i yerine bizim Mehmet’i koymuştur, hepsi o kadar” diye cevap vermişti.
12 Eylül anayasası, yasaları, kurumları olduğu gibi duruyor. AKP, tüm vesayet kurumlarına Ahmetler yerine kendi Mehmetlerini yerleştirdi. Şimdi sadece iktidar değil, aynı zamanda muktedir oldu, Türkiye’nin en güçlü iktidarını kurdu. Halk seçti; meclis, hükümet, belediyeler haklı olarak onların, HSYK, mahkemeler tamam, Emniyet, MİT öyle, YÖK, üniversiteler, ordu, MGK halledildi. Medya ele geçirildi, kendi sendikaları, STK’ları, sermaye grupları, iş adamları, holdingleri oldu. Müthiş bir iktidar, sarsılmaz bir güç. Peki, ne değişti? Soruyorum size; Türkiye daha mı demokratik, daha mı şeffaf, daha mı adil yönetiliyor?
Hayır, böyle bir şey yok; bir zamanların adil düzen talebi unutuldu, onlar da öncekiler gibi, bu gücü, devleti, tahakküm ve birikim aracı olarak kullanıyorlar. Makamları, statüleri, imkanları, ihaleleri paylaştılar; zengin oldular, mal-mülk edindiler.
Bu, onları çok şımarttı, kibirlerinden geçilmiyor. Şimdi kimseyi dinlemiyorlar, kimseye hesap da vermiyorlar. Vesayet kurumlarını ellerine geçirdiler, şimdi vesayet sistemi ile dertleri kalmadı. Devlet bizim, biz devletiz diyorlar. Devlet hala bir sürü yanlışlıklar yapıyor. Uludere’de sivilleri öldürdüler, Akdeniz’de uçağımız düşürüldü, Afyon’da 25 vatan evladı havaya uçtu, Esenyurt’ta insanlar çadırın içinde, Urfa’da cezaevinde yandı, Samsun’da TOKİ konutlarının bodrum katında çocuklar boğuldu. Hiçbir açıklama yapmıyorlar, asla hesap vermeye yanaşmıyorlar. Öncekiler de böyle yapıyordu, bunlar da aynen öncekiler gibi kibirli ve hesap sorulamaz oldular.
Kimse için Firavun, Karun, Bel’am demediniz, öyle mi? O zaman ben sonrayım; bu Firavunluk ve Karunluk değil de nedir?
AKP, iktidarını sağlamlaştırırken giderek devletin rengine boyanıyor; hak taleplerine kulak tıkıyor, tekçiliğe, kendine demokratlığa dönüyor. Akan kan durmadı, Kürt sorunu, Alevilerin sorunları yerinde duruyor. Üniversitelerde hala başörtüsünün yasal dayanağı yok, hala başörtülü kadınlar milletvekili olamıyor, memur olamıyor. Eğitim ve sağlıktaki kargaşa büyüyor, bu ülke hala doğru dürüst üniversite ve memur sınavı bile yapamıyor.

AKP budur; taahhütlerini iptal eden arkadaşlar böyle bir AKP’ye gidiyorlar, kayıklarını böyle bir iktidara rampa ediyorlar. Kimse işi, “zor zamanlar”, “tarihi misyon”, “milli duruş”, “milli görüşü yeniden inşa”, “küresel güçlere karşı milli cephe” diye yüceltmesin, bu yapılan kolayından iktidara uzanmaktan başka bir şey değildir.
Hiçbir şey yapılmadı demiyoruz elbette, yollar yapıldı, kibir kuleleri göklere yükseliyor, ısıtma-soğutma yöntemiyle de olsa ekonominin büyüdüğü rapor ediliyor. Ama ülke hala gelir dağılımı ve insani gelişmişlik endeksi açısından en geri ülkelerden biri. Sosyal yardımları arttırmakla övünen Türkiye çalışma hayatında cumhuriyet döneminin en rezil günlerini yaşıyor. Bütün çalışma hayatı taşeronlaştırıldı, insanlar köleleştiriliyor. İşsizlik oranlarının düştüğü söyleniyor ama hala milyonlarca işsiz var; Türkiye diplomasız işsizler ülkesi oldu, yüz binlerce üniversite mezunu genç iş bulmak için kapı kapı dolaşıyor.

AKP’nin hükümet olduğu 10 yıllık dönemde Irak’ta bir milyonun üzerinde insan öldü. İnsanların üzerine bomba yağdıran uçaklar İncirlik üssünden havalandı. AKP Hükümeti buna hiç ses çıkarmadı; Sayın Erdoğan’ın Irak’ı ABD ile birlikte işgal etmek amacıyla tezkere çıkarmak için çırpındığı günleri unutmadık. Türkiye, Afganistan’da ve Libya’da NATO ile ortak operasyonlar yapıyor. Komşularla sıfır sorundan savaş noktasına geldik. Suriye’de akan kan giderek artıyor. Hükümetin yaptığı tek şey muhalifleri silahlandırarak iç savaşı körüklemek oldu. Bir de sınırda silahlar patladıkça NATO’yu davet ediyor. Suriye halkının özgürlük ve adalet arayışı kana bulandı; AKP Hükümetinin içinde olduğu Suriye’deki oyunlar her an bir bölgesel savaşı, hatta dünya savaşını tetikleyebilir.
AKP ülkede iç barışı tesis edemiyor; ileri demokrasi gibi laflar ediyorlar, “muhafazakâr demokratız” filan diyorlar ama esasen kimlik siyaseti yapıyorlar. Yaptıkları Kemalizm’in tekçi kimlik siyasetini revize etmektir. Bunlar da bir tür milliyetçiliğe yaslanıyorlar. Dindarlıkla bezenmiş bir milliyetçilik icat ettiler. Allah aşkına bu nasıl dindarlık; Kürt meselesinde sözü olmayan, çadırlarda yanan insanları görmeyen, köleleştirilen taşeron işçisinin alın terini sineye çeken, Pozantı Cezaevinde tecavüz edilen çocukların feryatlarını duymayan bir Müslümanlık olur mu? Faizle derdi olmayan, haramı helali ayırmayan, boğazına kadar israfa batan, kibrinden geçilmeyen dindarlıktan bize ne?
Bunlar da dışlıyor, ötekileştiriyor. Asla kuşatıcı olamıyor, herkesi içine alan bir eşit yurttaşlık anlayışını geliştiremediler. Kürtlük, Alevilik hala sorun olmaya devam ediyor. “Bizim Kürtler” anlayışına dayanan Kürt politikası tutmadı; geri dönülen güvenlikçi politikalar işe yaramadı, Kürtler daha da uzaklaşıyor, toplum her bakımdan çözülüyor, bölünüyor, farklı olanlar kopuyor. “% 50 oy alıyoruz” diyorlar; iyi de diğer % 50 ne oluyor; bu kimlik siyasetinin Türkiye’yi böldüğünü görmüyor musunuz?
70’li yılların cephe politikalarına kadar döndüler; AKP, ikinci bir on yıl için yeni bir cephe siyaseti geliştiriyor; arkadaşlarımızın gittiği yer burası, yeni bir toplum mühendisliğidir bu. Bu halk çok toplum mühendisliği projesi gördü ve birçoğunu açığa düşürdü. Neo-Kemalistlikte karar kılan AKP moral üstünlüğünü kaybetti, gerilemeye başladı. Bu katılımların AKP’ye bir faydası olmayacaktır. Bu iş, halkın yeni bir muhalefeti kurmasını, yeni bir siyaseti inşa etmesini geciktirmeyi hedeflemektedir.
Oysa Türkiye’nin özgürleştirici bir adalet siyasetine; adaleti arayanların da bir araya toplanmasına acilen ihtiyacı var. Halkın Sesi Partisi toplumda bu ihtiyacı karşılayacağına dair bir umut yaratmış, bir heyecan uyandırmıştı. Bu heyecan hala var. Biz bu heyecanı, bu sesi büyüteceğiz. Gidenler gitsin; bu sesin, bu heyecanın bu toplumda başka sahiplerinin olduğunu biliyoruz. Bu insanları gidip bulacağız, bu insanlar gelip bizi bulacak.
Umudumuzu kaybetmiş değiliz; bu umudu büyüteceğiz. Özgürleştirici bir siyasetin, mümkün olduğunu göstereceğiz. Farklı kimliklerin, farklı inançların, farklı yaşam tarzlarının özgürleştirici bir siyasal programda bir araya gelmesinin mümkün olduğunu göstereceğiz. Bu ülkede herkesin güven içinde olacağı, herkesin karnının tok olacağı, herkesin refahtan adaletli bir şekilde pay alacağı, herkesin özgür olacağı bir siyasal sistemin mümkün olduğunu göstereceğiz.
AKP dindarlığı, muhafazakâr yaşam tarzını kimlik siyasetine, siyasal muhafazakârlığa tahvil etti, buradan otoriter-totaliter yeni bir Kemalist proje çıkardı. Biz Müslümanlığı böyle okumuyoruz; İslam dininin insanları özgürleştirdiğine, adalet temelli bir toplumsal sistem öngördüğüne inanıyoruz.
Yollarımız ayrılmıştır; burada yapılacak oylamanın sonucunu önemsemiyoruz, Has Parti kapatılsa da kapatılmasa da bugün burada arkadaşlarımla birlikte “Halkın Sesi” adı altında bir siyasi hareketi başlattığımızı ilan ediyoruz. Halkın Sesi Partisi’nin programı ortada duruyor. Herkese gideceğiz, bu programı katılımcı bir tartışma ile güncelleyeceğiz.
İnsana, siyasete, devlete ve ekonomiye dair temel ilkelerimiz şunlardır. İnsanları, bu ilkeler etrafında yeni bir siyasi hareketi birlikte oluşturmaya davet ediyoruz.
-          Biz insanların eşitliğini esas alıyoruz. İmtiyazları reddediyoruz, insanlar arasındaki hiçbir ayrımı kabul etmiyoruz.
-           Biz siyaseti, eşit insanların birlikte icra ettiği bir faaliyet olarak görüyoruz. Siyaset öne geçmek için, imtiyaz sağlamak için, ekonomik çıkar elde etmek ve tahakküm gücü kazanmak için yapılmaz. Tüm insanların güvenliğini, ekmeğini ve hürriyetini teminat altına almak siyasetimizin varlık nedenidir. Hiç kimse rızık endişesi ve istikbal korkusuyla kimsenin önünde eğilmeyecek.
-          Hayatın her alanında şiddet, ırkçılık ve ayrımcılığa karşı mücadele etmek en vazgeçilmez ilkelerimizdendir.
Yeniden yeni bir siyasi hareket çağrısı yapan bizler için bu sözler bir itikat meselesidir. Bu iman ve itikadımızı bugüne kadar bozmadık, bundan sonra da asla bozmayacağız.
-          Biz devleti insanların kurduğu bir siyasal/tarihsel yapı olarak görüyoruz, devlete asla kutsiyet tanımıyoruz. Devlet, imtiyaz sağlamanın aracı değildir, aksine imtiyazları kaldırır, insanları özgürleştirir. Devlet, zenginlerin fakirleri, güçlülerin güçsüzleri, çoğunluğun azınlığı, örgütlü olanların olmayanları tahakküm altına alması ve sömürmesi için bir araç olmayacaktır. Aynı şekilde devlet, hiçbir dinin, dilin, mezhebin ve ideolojinin taşıyıcısı ve tarafı da olmayacaktır.
-           Bizim inancımıza göre dünya kimsenin mülkü değildir; bütün insanlar âlemdeki nimetlerin eşit ortağıdır. Dünyada insanların ihtiyaçlarını karşılayacak nimetler fazlasıyla mevcuttur. “İhtiyaçların sonsuz kaynakların sınırlı olduğu” savı kapitalist iktisadın bir yalanıdır. Sıkıntıların sebebi ihtiras ve israftır. Elbette insanlar ekonomik etkinliklerde serbest olacaklardır; ama ekonomik etkinlik ile adalet ilkesi çeliştiği noktalarda, kamu kudretinin tercihi adaletten yana olacaktır. Adalet, hiçbir amaç ve gerekçeyle terk edilmez ve ötelenemez.
Alternatif toplum projesi olmayan, sadece belli grupların haklarını savunan sosyal hareketlerin egemenleri durdurması mümkün değildir. O nedenle biz STK kurmuyoruz, bir siyasal hareket başlatıyoruz, nihai hedefimiz siyasal bir program etrafında birleşmektir.
Bu toplumda adalet arayışı, mazlumun ve mağdurun yanında yer alma, vicdanın sesi hiç eksik olmamıştır, hakkı ayakta tutmak için mücadele edenler hep olmuştur.
Şimdi onlara çağrı yapıyoruz; kula kulluğa, sömürüye, adaletsizliğe karşı çıkan herkesi, siyasi hareketimize katılmaya davet ediyoruz. Gelin imkânlarımızı birleştirelim; birlikte insanları özgürleştirecek bir siyasi program hazırlayalım.

26 Eylül 2012 Çarşamba


Bir HAS Parti vardı -    Ruşen ÇAKIR
20.09.2012 Vatan

Dün HAS Parti, delegelerinin ezici bir çoğunluğunun oylarıyla kendini fesh etti. Numan Kurtulmuş’un ay sonundaki kongrede iktidar partisinde önemli bir mevkiye geleceği kesin gibi. Belki birkaç kurmayı da AKP yönetimine girer ama siyaseti yine Kurtulmuş ile aynı çatıda sürdürmek isteyen HAS Partililerin çoğu, muhtemelen iktidar partisinde bir tür sıfırdan başlamak durumunda kalacak.
Bu olaya nasıl bir ad vermek doğru olur? Herhalde Erdoğan-Kurtulmuş ikilisi “bütünleşme” sözcüğünü tercih ederler, ancak kelimenin gerçek anlamıyla bir bütünleşmeden söz etmek zor. Çünkü ortada eşit bir ilişki yok. Durum, HAS Parti’nin başarısızlığını kabul edip kendini kapatması ve bazı partililerin AKP’ye katılmasından ibaret. Belki bu olayı HAS Parti’nin, o da bir kısmının, AKP tarafından “yutulması” olarak tarif edebiliriz. 
Burada en önemli husus HAS Parti’nin AKP’ye sadece bazı isimleri taşıyor olması, bu partiyi kısa ömründe dikkat çekici kılan bazı politik görüş ve duruşların transferinin pek söz konusu olmamasıdır. Bunun işaretlerini Numan Kurtulmuş’un AKP ile anlaştıktan sonra yaptığı bazı açıklamalarda görmek mümkün. Yanlış anlaşılma olmasın, Kurtulmuş’un iktidar partisine geçmesinin arifesinde görüş ve duruşlarını değiştirdiğini söylemiyorum. Tam tersine onun yeni dönemde “en sahici” haliyle karşımızda olacağını düşünüyorum.

Kurtulmuş’a özel parti

Ne demek istediğimi izah etmek için HAS Parti’nin kuruluşunu hatırlatmam gerekiyor. Bu parti Saadet Partisi’ndeki yaşlı abilerin ve Erbakan ailesinin gençlerinin Kurtulmuş’un önünü tıkaması ve Necmettin Erbakan’ın da tercihini kendisinin veliahtı olarak görülen Kurtulmuş’tan yana yapmaması üzerine ortaya çıktı. Diğer bir deyişle özünde bir “Numan Kurtulmuş partisi” olarak ortaya çıktı. Fakat parti sadece Milli Görüşçüleri bir araya getirmedi. Mehmet Bekaroğlu gibi “İslami sol” olarak tanımlayabileceğimiz isimlere ek olarak sosyalist soldan ilginç bazı kişiler de bu yeni projede yer aldılar. Sonuçta ortaya SP’den ve tabii ki AKP’den bambaşka bir parti çıktı. 
HAS Parti’nin kısa sürede dikkat çekici bir performans sergilemesinde Kurtulmuş’un ender rastlanır nezaketinin etkisi kuşkusuz yüksekti. Fakat bu partinin ilgi çeken bazı politikalarının arkasında Kurtulmuş’tan çok, farklı deneyim, birikim ve geçmişlere sahip olan ve bir kısmını yukarıda tarif ettiğimiz birbirinden ilginç kişiler bulunuyordu. Hatta önceki yazılarımda da vurgulamış olduğum gibi, Kurtulmuş özellikle iktidar partisine karşı aşırı temkinli üslubu nedeniyle bu politikaların pratiğe geçmesinde bir tür fren oldu, partinin dinamizm kazanmasının önünü aldı. Dolayısıyla Kurtulmuş’la zamanla ortaya çıkan HAS Parti kimliği arasında bir tür doku uyuşmazlığının ortaya çıkmış olduğunu, onun AKP’de daha kendiyle barışık bir siyasi performans sergileyeceğini söyleyebiliriz.
  
Ortada kalan miras

Peki Kurtulmuş’un bazı arkadaşlarını da yanına alarak AKP’ye katılması, onunla birlikte hareket etmeyen ve artık partisiz kalmış kadroların önünü açar mı? Bu soruyu Bekaroğlu’na yönelttiğimde “Kuşkusuz partinin kapatılması birçok şeyi geciktirecek, ama sadece geciktirecek. Zira kimliklere dayalı siyaset yapmayan bir partiye şiddetle ihtiyaç var. Ya mevcut partilerden bazıları kimlik siyasetinden vazgeçecek ya da kısa vadede olmasa da bu boşluk doldurulacak” cevabını verdi.
Şüphesiz iyimserlik iyi bir şeydir ancak Bekaroğlu’nun bu yaklaşımını fazla gerçekçi bulmadığımı itiraf etmeliyim. Bana göre kısa ömürlü HAS Parti’nin mirası ortada kalacak ve bugün AKP’ye katılmayı içlerine sindiremeyen partililerin bazıları ilerde “Bir zamanlar bir HAS Parti vardı” diye hayıflanacaklar.

20 Eylül 2012 Perşembe

17 Eylül 2012 Pazartesi


HAS PARTİ 19 EYLÜL HAREKETİ BASIN AÇIKLAMASI  

Biz, Halkın Sesi Partisi, kurulduğu günden bu yana parti bünyesinde aktif olarak görev alan üyeleriz.
Siyaset’i formatlamak sloganıyla yola çıkan partimizin kapalı kapılar ardındaki pazarlıklar sonucu kapatılmasına itiraz ediyoruz.
            1 Ekim 2010 günü, bir önceki  Partisinden İstifa ederken “Hayat siyasetten ibaret değildir” diyen Numan Kurtulmuş’a  hatırlatırız ki ; “Siyaset de İktidar’dan ibaret değildir”. Has Parti’den ayrılmak isteyenlerin yapmaları gereken “istifa” etmektir. Yollarımız madem ayrılıyor gelin birbirimizi kırmadan ayrılalım.
            Programımızda “çift dil ve çift gündemimiz olmayacak” denilen partimizin en kritik süreci tamamen bu ilkeye aykırı olarak yürütülmüş ve parti teşkilatları kararlar verildikten sonra haberdar edilerek üyelerimizin hayal kırıklıkları “onay” gibi gösterilmek istenmiştir. Sürece itiraz eden kurucuların beyanları  yok sayılmış ve örgütlenmemizin önüne geçmek için her türlü sansür ile kara propaganda yapılmıştır.
            Tüm bu engellemelere rağmen internet üzerinden http://imza.la/hasparti-kapatilmasin adresinde başlattığımız imza kampanyası ulaşabildiğimiz yüzlerce kişiden destek almıştır.
            Siyasi partiler Kanunu’nda reform yapılması gerektiğini her fırsatta söyleyen Sayın Kurtulmuş ve ekibi işlerine geldiğinde bu anti demokratik yasanın her noktasından faydalanmaya çalışmış ve Türkiye Siyasi Partiler tarihinde ilk olabilecek bir şekilde bu kadar önemli bir kararın alınacağı kongreyi Hafta içi -Çarşamba- gününe koymuştur. Uygulanan sansür ve yıldırma politikaları hiçbir siyasi ahlakla bağdaşmamaktadır.
Hatırlatmak isteriz ki bu süreç “kayyum “ sürecinden farksız hale gelmiştir. Bu tip kirli kongre zaferleriyle siyasi ikbal olmayacağını siyasi tarihimiz sayısız örneklerle göstermiştir.
“Partileri ancak millet kapatır” ilkesi gereğince kararın kalanlara bırakılması gereklidir. Siyaseten başarısız olunan bir süreci hala onurlu bir şekilde bitirmek şansına sahibiz.
 Ak partiye katılmak isteyen değerli arkadaşlar!
Kendinize yakışanı yaparak İstifa ediniz ki helalleşerek ayrılalım . Ayrıldığınız yeri tarumar etmeyiniz. Bu Siyasi parti bu şekilde kapatılmayı hak etmemektedir.
Bizler,  19 Eylül hareketi olarak Çarşamba günü Ankara’da Halkın Sesi Partisi Kongresi ‘nde yerimizi alacak  hakkımızı ve onurumuzu korumak için “her ne gerekiyorsa” yapacağız !
Kamuoyuna saygılarımızla !                 
                                                                                        19 Eylül Hareketi  Adına ,
                                                                                     Has Parti Tekirdağ Merkez İlçe Bşk.
                                                                                              
                                                                                         Av.Hasan Fehmi ÖZER

15 Eylül 2012 Cumartesi


4 Eylül 2012 Cuma 21:52

'Zeki Kılıçaslanİçini Döktü'

Has Parti'nin, Ak Parti'yle birleşmesini olumlu bulmayan ve bu yapılan yanlış bir davranış olduğunu her fırsatta dile getiren Has Parti Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Zeki KILIÇASLAN,Haberzoom.com'unsorularını yanıtladı.

 28 Haziran sonrası süreci bize kısaca değerlendirir misiniz? Radikal'in "Numan Kurtulmuş AK Parti yolunda" başlıklı haberini görünce ilk yorumunuz ne oldu?
 Gerçi önceki aylarda bir takım söylentiler vardı ama yine de o zaman bu habere şaşırdım. Çünkü daha önceki günlerde bu konu ile ilgili kendisine soru sorulduğunda kesinlikle böyle bir şey yok diyordu. Bizlerin de ona inanmak dışında bir seçeneğimiz var olabilir miydi ? Netice de bir insan, bir Müslüman bir söz söyledi ve inandık!

Fakat bu kadar şaşırtıcı olan diğer şey ise bu haberden sonra bile, ortaya çıkıp doğru dürüst bir açıklama yapması, parti yönetimini toplantıya çağırması beklenirken “Bana böyle bir teklif gelmedi” gibi bir açıklama ile yetinmesiydi. Daha sonra , ancak zorlama ile ve Başbakan ile yapacağı görüşmeye 24 saatten bile az zaman kala parti merkez yönetimini toplayıp konuyu öğrenme tartışma fırsatını bulduk. Zaten karar kendisi açısından çoktan verilmişti. İş bitmişti.
 Bu noktaya nasıl gelindi ve AK Parti cephesinden bakılırsa, nasıl bir hesapları var sizce?

Bu olanlardan sonra şimdi aslında Numan Kurtulmuş’un program metnimizde yazılanlara tam anlamıyla inanmadığını düşünüyorum. Saadet Partisi'nden sonraki süreçte AK Parti ve Saadet Partisi’ nin varlığı koşullarında, benzeri bir toplumsal tabana seslenecek partinin aslında HAS Parti programı benzeri bir yaklaşımdan başka seçeneği yoktu. Ama anlaşılan Numan Kurtulmuş daha çok Mehmet Bekaroğlu ve benzer yaklaşıma sahip unsurların damgasını taşıyan programın gerçekleşmesine, siyasi yaşamını adıyacak bir kararlılığa sahip değildi. İşte bu koşullarda seçimlerde alınan ve başarısız olarak değerlendirilen sonuçlardan sonra moraller biraz bozuldu. Mali destek veren sınırlı sayıdaki partili bu desteği –bence şimdi partiyi belirli bir yola yöneltme amaçlı olduğu anlaşılıyor-çekti. İktidar bloku içindeki çelişkiler sonucu bazı sermaye ve dini odaklı çevrelerin AK Parti ile birleşme yönlü baskıları arttı.

Tayyip Erdoğan bu atakla kamuoyunda çok dürüst ve temiz olarak bilinen ve toplumda anlamlı bir karşılığı olan N.Kurtulmuş’ u yanına alarak bir yandan iktidar bloku içindeki gücünü artırdı diğer yandan da AK Partiye anlamlı bir alternatif oluşturma potansiyeli olan en önemli odağı ortadan kaldırmak istedi.
 Erdoğan ve Kurtulmuş görüşmesinden bütünleşme kararı çıktı. Bütünleşme fikrine nasıl bakıyorsunuz? Gerçekleşmek üzere olan sürecin bütünleşme olarak tanımlanmasına katılıyor musunuz?

Bu bir bütünleşme değildir. Bu çoğunluk olsalar da sadece Genel Başkan ve bir grup HAS partilinin AK partiye katılımıdır. Ben buna karşıyım çünkü bu, HAS Parti’nin kendisini, programını, ilkelerini tam olarak inkar etmek anlamına gelmektedir.

 19 Eylül'de Has Parti Olağanüstü Büyük Kongresi var ve gündem Has Parti'nin feshi. Nasıl bir sonuç bekliyorsunuz?

Muhtemelen çok büyük bir çoğunluk partinin feshi yönünde oy kullanacaktır. Çünkü kurucuların çoğunluğu Numan Kurtulmuş endeksli olarak bu partiye kurucu oldular. Numan Kurtulmuş’ un da çok söylediği gibi aslında bu partinin anlayışı ve AK Parti den farkı konusunda kurucuların çoğunluğu dahil atanmış yöneticilerin büyük kısmının yeterli bir anlayış ve inançlı bir durumu yoktu.

 Türkiye'nin önünde önemli meseleler var. Sizce Numan Kurtulmuş’un bu meselelerde hükümete katkı sağlama imkanı olabilecek mi? 

Umarım katkısı olur çünkü ülkemizin gerçekten çok sorunu var. Fakat bu sorunların önemli bir kısmının da bizzat AK Parti politikalarından kaynaklandığını veya bu politikalarla devam ettirildiğini biliyoruz. Dolayısıyla temel politikaları değiştirebileceğine inanmıyorum ama en azından farklı üslubu ile Tayyip Erdoğan’ nın toplumun belirli kısımlarını ötekileştiren, düşmanlaştıran tavırlarına karşı belki bir denge oluşturur. Şüphesiz bu da bir katkıdır ama yaralarımıza yeterli merhem olmaz.  
 Numan Kurtulmuş “söylediklerimizden vazgeçmiş değiliz” diyor, sizce orada da Has Parti'deki söylemlerine devam edebilecek mi?

Numan Kurtulmuş genel de çok güzel konuşuyor. Ama aslında bir çok partilinin de ifade ettiği gibi genelde net bir tutum ortaya koymuyor, bu anlamıyla da çoğu zaman tam bir şey “söylemiyor” du. Seçmenler AK Partive Erdoğan ile farkını tam kavrayamadılar onu hep geleceğin AK Parti başkanı olarak gördüler.Kısmen net tutum koyduğu “Kapitalizmin artık bittiği”, “NATO gavur leşidir”, "Kürt sorununun eşitlik temelinde çözümü"gibi söylemlerini ise devam ettireceğini zannetmiyorum.

Has Parti deneyimini değerlendirebilir misiniz? Nasıl bir muhalefet cephesi kapanıyor sizce?

HAS Parti bence çok değerli bir deneyim. Öncelikle bilmeliyiz ki Türkiye toplumunun daha ileri gidişi ancak genelde sağa oy veren, dindar Sünni muhafazakar kitlelerin kendi içinde hak , adalet, eşitlik , özgürlük temelli bir siyasal yönelişleri ile mümkün olacaktır. AK Parti politikalarına karşı CHP genelde yaşam tarzı ve alevi duyarlılığı temelli bir muhalefeti, MHP ve BDP ise milliyetçi kimlik siyasetlerini temsil etmektedirler. HAS Parti çoğunluğu dindar bir kadro tarafından oluşturulsa da farklı siyasal ve kültürel kesimlerden gelen hak, sosyal adalet, eşitlik, özgürlük gibi ortak değerlerde buluşan insanlar tarafından kuruldu. Dolayısıyla böyle bir siyasal yaklaşımın zayıflatılması, ortadan kaldırılması aslında Türkiye siyasal sahnesini kimlik temelinde çatışan siyasetlere terk etmek anlamına gelmektedir. Toplumun yaşam tarzı ve kimlikler temelinde kutuplaştırılmasının artarak sürmesini önlemek ve ortak maruf değerler etrafında siyaset oluşturmak hepimizin görevi olmalıdır.
Bundan sonraki süreçte bütünleşmeye karşı çıkan Has Partililer olarak ne yapmayı planlıyorsunuz?
 
  Bizler gücümüz yettiğince HAS Parti programı ve ilkeleri temelinde siyasal çalışmayı sürdürmeye kararlıyız. Öncelikle bir siyasal hareket oluşturmayı, topluma yapacağımız çağrı ve çeşitli etkinlikler sonrası ortaya çıkacak tabloya ve imkanlara bağlı olarak bu siyasal çalışmaya şekil vermeye çalışacağız. 
Murat Çağlar KAVAKLI / HABERZOOM.COM



4 Eylül 2012 Salı

19 Eylül Çarşamba Günü Ankara'da Genel Merkez'de olacağız! Partimize sahip çıkacağız !  HALKIN SESİ'ni Göreceksiniz !