foto: Eyüp KANAR

28 Eylül 2012 Cuma





Has Parti’nin Kurucu Üyeleri, Değerli Arkadaşlar;
Altını imza koyduğumuz beyanname ile nasıl siyaset yapacağımız ve siyaset yoluyla neler yapacağımıza dair halka taahhütte bulunmuştuk. Bu beyanname aynı zamanda aramızdaki ahitleşmeydi; birbirimize nasıl davranacağımızı vazeden bir mukaveleydi. Bazı arkadaşlar, AKP’ye katılma kararı alarak bu sözleşmeyi ortadan kaldırdılar. Şimdi de Has Parti’yi ortadan kaldırmak için “fesih” gündemiyle olağanüstü kongreyi topladılar. Daha önce defalarca söyledik, bir daha söyleyelim. Başka bir partiye katılacak olan arkadaşların partiyi kapatmak istemeleri doğru değil, bu davranış etik de değil. Gitmek isteyen gitsin parti ile ilgili kararı kalanlar versinler.
Size bir selam getirdim, daha doğrusu bir emanet söz. Kadıköy Gençlik teşkilatından Serkan. Babası çalışamıyor, annesi hasta. Bir kardeş özürlü. Tüm aileye bakan, analık babalık eden Serkan, Pizzacı’da çalışıyor, ancak 700-800 TL kazanabiliyor. Serkan ayda 50 TL veriyordu, tüm toplantılara ve eylemlere geldi. Çok ümit bağlamıştı, inanmıştı yaptıklarımıza. Beni aradı; mesajını iletmemi istedi. “Hakkımı helal etmiyorum; ümidimi yıkanları Allah’a havale ediyorum” dedi. Hani Hakkari’de sokaktaki insanla Çankaya Köşkünde oturan insan eşitti; Serkan AKP’ye gitmeyi akıl edemedi, gitmenin yolunu bulamadı da siz götürüyorsunuz, öyle mi?
Bu selam her şeyi anlatıyor. Artık “Dün bunları söylediniz şimdi ne oldu da bu sözleri ortada bırakıyorsunuz?” demiyoruz. Çok açık ki siyasete bakışımız farklıymış. Şimdi yollarımız ayrılıyor, bundan sonra farklı kulvarlarda siyaset yapacağız.
Serkan ve ben ikna olmuyoruz ama “stratejik hamle” dediğiniz bu yol değiştirmeyi izah eden argümanlarınız vardır. Bunları anlatıyorsunuz zaten. Biz de konuşuyoruz, biz de anlatıyoruz. Kasım 2010’da partimizi kurarken mevcut siyasetle aramızda sadece Türkiye’nin sorunları ve çözüm yolları konusunda değil, siyaset anlayışı ve siyaset yapma biçimi olarak da köklü farklılıkların olduğunu bildirmiştik. Bugün burada farkımızı, bu iki yolu, gidenlerin nereye gittiğini, kalanların nede ısrar ettiklerini bir kere daha anlatacağım.
Doğrudur; Türkiye seçmeni, 1950’den bu yana yapılan bütün seçimlerde, cumhuriyet elitleri ve bunların kurumsal yapısı olan CHP’nin karşında hangi partiyi görmüşse o partiye oy vermiş, o partiyi iktidara taşımıştır. Ancak başka bir doğru daha var; halkın oylarıyla iktidara gelen tüm partiler, bir süre sonra halkı unutmuş, sivil-asker bürokrasi ve büyük sermayenin vesayetini kabul ederek, onların tercihleri ve talepleri doğrultusunda ülkeyi yönetmişlerdir; işleri de hep kapalı kapılar arkasında kotarmışlardır. O nedenle ülkede gerçek anlamda halkın iktidarı inşa edilememiş, tam demokrasiye geçilememiştir.
İlk defa Refah Partisi ile birlikte, çoğunluğun değerlerinin, talep ve tercihlerinin taşıyıcısı olan bir kadro iktidar ortağı olunca bu ülkede nelerin yaşandığını, 28 Şubat’ı hepiniz biliyorsunuz. Türkiye halkı, 28 Şubat’ın toplumsal, siyasal ve ekonomik yıkımına karşı dönemin tüm siyasal aktörlerini tasfiye ederek AKP’yi iktidara taşımıştır. AKP’den beklenen, vesayet sistemine son vermesi, adil ve demokratik işleyen bir ekonomik ve siyasal sistemi inşa etmesiydi.
Peki, AKP ne yaptı, 10 yıl sonra neredeyiz; insanımızın özgürlük, eşitlik ve adalet talebi karşılanabildi mi, Türkiye’de vesayet sistemine son verilip tam demokrasi inşa edilebildi mi?
Bugün ne düşünüyor bilemiyorum ama çok kısa bir süre önce Sayın Numan Kurtulmuş bu soruya,  “Onların Ahmet’i yerine bizim Mehmet’i koymuştur, hepsi o kadar” diye cevap vermişti.
12 Eylül anayasası, yasaları, kurumları olduğu gibi duruyor. AKP, tüm vesayet kurumlarına Ahmetler yerine kendi Mehmetlerini yerleştirdi. Şimdi sadece iktidar değil, aynı zamanda muktedir oldu, Türkiye’nin en güçlü iktidarını kurdu. Halk seçti; meclis, hükümet, belediyeler haklı olarak onların, HSYK, mahkemeler tamam, Emniyet, MİT öyle, YÖK, üniversiteler, ordu, MGK halledildi. Medya ele geçirildi, kendi sendikaları, STK’ları, sermaye grupları, iş adamları, holdingleri oldu. Müthiş bir iktidar, sarsılmaz bir güç. Peki, ne değişti? Soruyorum size; Türkiye daha mı demokratik, daha mı şeffaf, daha mı adil yönetiliyor?
Hayır, böyle bir şey yok; bir zamanların adil düzen talebi unutuldu, onlar da öncekiler gibi, bu gücü, devleti, tahakküm ve birikim aracı olarak kullanıyorlar. Makamları, statüleri, imkanları, ihaleleri paylaştılar; zengin oldular, mal-mülk edindiler.
Bu, onları çok şımarttı, kibirlerinden geçilmiyor. Şimdi kimseyi dinlemiyorlar, kimseye hesap da vermiyorlar. Vesayet kurumlarını ellerine geçirdiler, şimdi vesayet sistemi ile dertleri kalmadı. Devlet bizim, biz devletiz diyorlar. Devlet hala bir sürü yanlışlıklar yapıyor. Uludere’de sivilleri öldürdüler, Akdeniz’de uçağımız düşürüldü, Afyon’da 25 vatan evladı havaya uçtu, Esenyurt’ta insanlar çadırın içinde, Urfa’da cezaevinde yandı, Samsun’da TOKİ konutlarının bodrum katında çocuklar boğuldu. Hiçbir açıklama yapmıyorlar, asla hesap vermeye yanaşmıyorlar. Öncekiler de böyle yapıyordu, bunlar da aynen öncekiler gibi kibirli ve hesap sorulamaz oldular.
Kimse için Firavun, Karun, Bel’am demediniz, öyle mi? O zaman ben sonrayım; bu Firavunluk ve Karunluk değil de nedir?
AKP, iktidarını sağlamlaştırırken giderek devletin rengine boyanıyor; hak taleplerine kulak tıkıyor, tekçiliğe, kendine demokratlığa dönüyor. Akan kan durmadı, Kürt sorunu, Alevilerin sorunları yerinde duruyor. Üniversitelerde hala başörtüsünün yasal dayanağı yok, hala başörtülü kadınlar milletvekili olamıyor, memur olamıyor. Eğitim ve sağlıktaki kargaşa büyüyor, bu ülke hala doğru dürüst üniversite ve memur sınavı bile yapamıyor.

AKP budur; taahhütlerini iptal eden arkadaşlar böyle bir AKP’ye gidiyorlar, kayıklarını böyle bir iktidara rampa ediyorlar. Kimse işi, “zor zamanlar”, “tarihi misyon”, “milli duruş”, “milli görüşü yeniden inşa”, “küresel güçlere karşı milli cephe” diye yüceltmesin, bu yapılan kolayından iktidara uzanmaktan başka bir şey değildir.
Hiçbir şey yapılmadı demiyoruz elbette, yollar yapıldı, kibir kuleleri göklere yükseliyor, ısıtma-soğutma yöntemiyle de olsa ekonominin büyüdüğü rapor ediliyor. Ama ülke hala gelir dağılımı ve insani gelişmişlik endeksi açısından en geri ülkelerden biri. Sosyal yardımları arttırmakla övünen Türkiye çalışma hayatında cumhuriyet döneminin en rezil günlerini yaşıyor. Bütün çalışma hayatı taşeronlaştırıldı, insanlar köleleştiriliyor. İşsizlik oranlarının düştüğü söyleniyor ama hala milyonlarca işsiz var; Türkiye diplomasız işsizler ülkesi oldu, yüz binlerce üniversite mezunu genç iş bulmak için kapı kapı dolaşıyor.

AKP’nin hükümet olduğu 10 yıllık dönemde Irak’ta bir milyonun üzerinde insan öldü. İnsanların üzerine bomba yağdıran uçaklar İncirlik üssünden havalandı. AKP Hükümeti buna hiç ses çıkarmadı; Sayın Erdoğan’ın Irak’ı ABD ile birlikte işgal etmek amacıyla tezkere çıkarmak için çırpındığı günleri unutmadık. Türkiye, Afganistan’da ve Libya’da NATO ile ortak operasyonlar yapıyor. Komşularla sıfır sorundan savaş noktasına geldik. Suriye’de akan kan giderek artıyor. Hükümetin yaptığı tek şey muhalifleri silahlandırarak iç savaşı körüklemek oldu. Bir de sınırda silahlar patladıkça NATO’yu davet ediyor. Suriye halkının özgürlük ve adalet arayışı kana bulandı; AKP Hükümetinin içinde olduğu Suriye’deki oyunlar her an bir bölgesel savaşı, hatta dünya savaşını tetikleyebilir.
AKP ülkede iç barışı tesis edemiyor; ileri demokrasi gibi laflar ediyorlar, “muhafazakâr demokratız” filan diyorlar ama esasen kimlik siyaseti yapıyorlar. Yaptıkları Kemalizm’in tekçi kimlik siyasetini revize etmektir. Bunlar da bir tür milliyetçiliğe yaslanıyorlar. Dindarlıkla bezenmiş bir milliyetçilik icat ettiler. Allah aşkına bu nasıl dindarlık; Kürt meselesinde sözü olmayan, çadırlarda yanan insanları görmeyen, köleleştirilen taşeron işçisinin alın terini sineye çeken, Pozantı Cezaevinde tecavüz edilen çocukların feryatlarını duymayan bir Müslümanlık olur mu? Faizle derdi olmayan, haramı helali ayırmayan, boğazına kadar israfa batan, kibrinden geçilmeyen dindarlıktan bize ne?
Bunlar da dışlıyor, ötekileştiriyor. Asla kuşatıcı olamıyor, herkesi içine alan bir eşit yurttaşlık anlayışını geliştiremediler. Kürtlük, Alevilik hala sorun olmaya devam ediyor. “Bizim Kürtler” anlayışına dayanan Kürt politikası tutmadı; geri dönülen güvenlikçi politikalar işe yaramadı, Kürtler daha da uzaklaşıyor, toplum her bakımdan çözülüyor, bölünüyor, farklı olanlar kopuyor. “% 50 oy alıyoruz” diyorlar; iyi de diğer % 50 ne oluyor; bu kimlik siyasetinin Türkiye’yi böldüğünü görmüyor musunuz?
70’li yılların cephe politikalarına kadar döndüler; AKP, ikinci bir on yıl için yeni bir cephe siyaseti geliştiriyor; arkadaşlarımızın gittiği yer burası, yeni bir toplum mühendisliğidir bu. Bu halk çok toplum mühendisliği projesi gördü ve birçoğunu açığa düşürdü. Neo-Kemalistlikte karar kılan AKP moral üstünlüğünü kaybetti, gerilemeye başladı. Bu katılımların AKP’ye bir faydası olmayacaktır. Bu iş, halkın yeni bir muhalefeti kurmasını, yeni bir siyaseti inşa etmesini geciktirmeyi hedeflemektedir.
Oysa Türkiye’nin özgürleştirici bir adalet siyasetine; adaleti arayanların da bir araya toplanmasına acilen ihtiyacı var. Halkın Sesi Partisi toplumda bu ihtiyacı karşılayacağına dair bir umut yaratmış, bir heyecan uyandırmıştı. Bu heyecan hala var. Biz bu heyecanı, bu sesi büyüteceğiz. Gidenler gitsin; bu sesin, bu heyecanın bu toplumda başka sahiplerinin olduğunu biliyoruz. Bu insanları gidip bulacağız, bu insanlar gelip bizi bulacak.
Umudumuzu kaybetmiş değiliz; bu umudu büyüteceğiz. Özgürleştirici bir siyasetin, mümkün olduğunu göstereceğiz. Farklı kimliklerin, farklı inançların, farklı yaşam tarzlarının özgürleştirici bir siyasal programda bir araya gelmesinin mümkün olduğunu göstereceğiz. Bu ülkede herkesin güven içinde olacağı, herkesin karnının tok olacağı, herkesin refahtan adaletli bir şekilde pay alacağı, herkesin özgür olacağı bir siyasal sistemin mümkün olduğunu göstereceğiz.
AKP dindarlığı, muhafazakâr yaşam tarzını kimlik siyasetine, siyasal muhafazakârlığa tahvil etti, buradan otoriter-totaliter yeni bir Kemalist proje çıkardı. Biz Müslümanlığı böyle okumuyoruz; İslam dininin insanları özgürleştirdiğine, adalet temelli bir toplumsal sistem öngördüğüne inanıyoruz.
Yollarımız ayrılmıştır; burada yapılacak oylamanın sonucunu önemsemiyoruz, Has Parti kapatılsa da kapatılmasa da bugün burada arkadaşlarımla birlikte “Halkın Sesi” adı altında bir siyasi hareketi başlattığımızı ilan ediyoruz. Halkın Sesi Partisi’nin programı ortada duruyor. Herkese gideceğiz, bu programı katılımcı bir tartışma ile güncelleyeceğiz.
İnsana, siyasete, devlete ve ekonomiye dair temel ilkelerimiz şunlardır. İnsanları, bu ilkeler etrafında yeni bir siyasi hareketi birlikte oluşturmaya davet ediyoruz.
-          Biz insanların eşitliğini esas alıyoruz. İmtiyazları reddediyoruz, insanlar arasındaki hiçbir ayrımı kabul etmiyoruz.
-           Biz siyaseti, eşit insanların birlikte icra ettiği bir faaliyet olarak görüyoruz. Siyaset öne geçmek için, imtiyaz sağlamak için, ekonomik çıkar elde etmek ve tahakküm gücü kazanmak için yapılmaz. Tüm insanların güvenliğini, ekmeğini ve hürriyetini teminat altına almak siyasetimizin varlık nedenidir. Hiç kimse rızık endişesi ve istikbal korkusuyla kimsenin önünde eğilmeyecek.
-          Hayatın her alanında şiddet, ırkçılık ve ayrımcılığa karşı mücadele etmek en vazgeçilmez ilkelerimizdendir.
Yeniden yeni bir siyasi hareket çağrısı yapan bizler için bu sözler bir itikat meselesidir. Bu iman ve itikadımızı bugüne kadar bozmadık, bundan sonra da asla bozmayacağız.
-          Biz devleti insanların kurduğu bir siyasal/tarihsel yapı olarak görüyoruz, devlete asla kutsiyet tanımıyoruz. Devlet, imtiyaz sağlamanın aracı değildir, aksine imtiyazları kaldırır, insanları özgürleştirir. Devlet, zenginlerin fakirleri, güçlülerin güçsüzleri, çoğunluğun azınlığı, örgütlü olanların olmayanları tahakküm altına alması ve sömürmesi için bir araç olmayacaktır. Aynı şekilde devlet, hiçbir dinin, dilin, mezhebin ve ideolojinin taşıyıcısı ve tarafı da olmayacaktır.
-           Bizim inancımıza göre dünya kimsenin mülkü değildir; bütün insanlar âlemdeki nimetlerin eşit ortağıdır. Dünyada insanların ihtiyaçlarını karşılayacak nimetler fazlasıyla mevcuttur. “İhtiyaçların sonsuz kaynakların sınırlı olduğu” savı kapitalist iktisadın bir yalanıdır. Sıkıntıların sebebi ihtiras ve israftır. Elbette insanlar ekonomik etkinliklerde serbest olacaklardır; ama ekonomik etkinlik ile adalet ilkesi çeliştiği noktalarda, kamu kudretinin tercihi adaletten yana olacaktır. Adalet, hiçbir amaç ve gerekçeyle terk edilmez ve ötelenemez.
Alternatif toplum projesi olmayan, sadece belli grupların haklarını savunan sosyal hareketlerin egemenleri durdurması mümkün değildir. O nedenle biz STK kurmuyoruz, bir siyasal hareket başlatıyoruz, nihai hedefimiz siyasal bir program etrafında birleşmektir.
Bu toplumda adalet arayışı, mazlumun ve mağdurun yanında yer alma, vicdanın sesi hiç eksik olmamıştır, hakkı ayakta tutmak için mücadele edenler hep olmuştur.
Şimdi onlara çağrı yapıyoruz; kula kulluğa, sömürüye, adaletsizliğe karşı çıkan herkesi, siyasi hareketimize katılmaya davet ediyoruz. Gelin imkânlarımızı birleştirelim; birlikte insanları özgürleştirecek bir siyasi program hazırlayalım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder