foto: Eyüp KANAR

28 Eylül 2012 Cuma





Has Parti’nin Kurucu Üyeleri, Değerli Arkadaşlar;
Altını imza koyduğumuz beyanname ile nasıl siyaset yapacağımız ve siyaset yoluyla neler yapacağımıza dair halka taahhütte bulunmuştuk. Bu beyanname aynı zamanda aramızdaki ahitleşmeydi; birbirimize nasıl davranacağımızı vazeden bir mukaveleydi. Bazı arkadaşlar, AKP’ye katılma kararı alarak bu sözleşmeyi ortadan kaldırdılar. Şimdi de Has Parti’yi ortadan kaldırmak için “fesih” gündemiyle olağanüstü kongreyi topladılar. Daha önce defalarca söyledik, bir daha söyleyelim. Başka bir partiye katılacak olan arkadaşların partiyi kapatmak istemeleri doğru değil, bu davranış etik de değil. Gitmek isteyen gitsin parti ile ilgili kararı kalanlar versinler.
Size bir selam getirdim, daha doğrusu bir emanet söz. Kadıköy Gençlik teşkilatından Serkan. Babası çalışamıyor, annesi hasta. Bir kardeş özürlü. Tüm aileye bakan, analık babalık eden Serkan, Pizzacı’da çalışıyor, ancak 700-800 TL kazanabiliyor. Serkan ayda 50 TL veriyordu, tüm toplantılara ve eylemlere geldi. Çok ümit bağlamıştı, inanmıştı yaptıklarımıza. Beni aradı; mesajını iletmemi istedi. “Hakkımı helal etmiyorum; ümidimi yıkanları Allah’a havale ediyorum” dedi. Hani Hakkari’de sokaktaki insanla Çankaya Köşkünde oturan insan eşitti; Serkan AKP’ye gitmeyi akıl edemedi, gitmenin yolunu bulamadı da siz götürüyorsunuz, öyle mi?
Bu selam her şeyi anlatıyor. Artık “Dün bunları söylediniz şimdi ne oldu da bu sözleri ortada bırakıyorsunuz?” demiyoruz. Çok açık ki siyasete bakışımız farklıymış. Şimdi yollarımız ayrılıyor, bundan sonra farklı kulvarlarda siyaset yapacağız.
Serkan ve ben ikna olmuyoruz ama “stratejik hamle” dediğiniz bu yol değiştirmeyi izah eden argümanlarınız vardır. Bunları anlatıyorsunuz zaten. Biz de konuşuyoruz, biz de anlatıyoruz. Kasım 2010’da partimizi kurarken mevcut siyasetle aramızda sadece Türkiye’nin sorunları ve çözüm yolları konusunda değil, siyaset anlayışı ve siyaset yapma biçimi olarak da köklü farklılıkların olduğunu bildirmiştik. Bugün burada farkımızı, bu iki yolu, gidenlerin nereye gittiğini, kalanların nede ısrar ettiklerini bir kere daha anlatacağım.
Doğrudur; Türkiye seçmeni, 1950’den bu yana yapılan bütün seçimlerde, cumhuriyet elitleri ve bunların kurumsal yapısı olan CHP’nin karşında hangi partiyi görmüşse o partiye oy vermiş, o partiyi iktidara taşımıştır. Ancak başka bir doğru daha var; halkın oylarıyla iktidara gelen tüm partiler, bir süre sonra halkı unutmuş, sivil-asker bürokrasi ve büyük sermayenin vesayetini kabul ederek, onların tercihleri ve talepleri doğrultusunda ülkeyi yönetmişlerdir; işleri de hep kapalı kapılar arkasında kotarmışlardır. O nedenle ülkede gerçek anlamda halkın iktidarı inşa edilememiş, tam demokrasiye geçilememiştir.
İlk defa Refah Partisi ile birlikte, çoğunluğun değerlerinin, talep ve tercihlerinin taşıyıcısı olan bir kadro iktidar ortağı olunca bu ülkede nelerin yaşandığını, 28 Şubat’ı hepiniz biliyorsunuz. Türkiye halkı, 28 Şubat’ın toplumsal, siyasal ve ekonomik yıkımına karşı dönemin tüm siyasal aktörlerini tasfiye ederek AKP’yi iktidara taşımıştır. AKP’den beklenen, vesayet sistemine son vermesi, adil ve demokratik işleyen bir ekonomik ve siyasal sistemi inşa etmesiydi.
Peki, AKP ne yaptı, 10 yıl sonra neredeyiz; insanımızın özgürlük, eşitlik ve adalet talebi karşılanabildi mi, Türkiye’de vesayet sistemine son verilip tam demokrasi inşa edilebildi mi?
Bugün ne düşünüyor bilemiyorum ama çok kısa bir süre önce Sayın Numan Kurtulmuş bu soruya,  “Onların Ahmet’i yerine bizim Mehmet’i koymuştur, hepsi o kadar” diye cevap vermişti.
12 Eylül anayasası, yasaları, kurumları olduğu gibi duruyor. AKP, tüm vesayet kurumlarına Ahmetler yerine kendi Mehmetlerini yerleştirdi. Şimdi sadece iktidar değil, aynı zamanda muktedir oldu, Türkiye’nin en güçlü iktidarını kurdu. Halk seçti; meclis, hükümet, belediyeler haklı olarak onların, HSYK, mahkemeler tamam, Emniyet, MİT öyle, YÖK, üniversiteler, ordu, MGK halledildi. Medya ele geçirildi, kendi sendikaları, STK’ları, sermaye grupları, iş adamları, holdingleri oldu. Müthiş bir iktidar, sarsılmaz bir güç. Peki, ne değişti? Soruyorum size; Türkiye daha mı demokratik, daha mı şeffaf, daha mı adil yönetiliyor?
Hayır, böyle bir şey yok; bir zamanların adil düzen talebi unutuldu, onlar da öncekiler gibi, bu gücü, devleti, tahakküm ve birikim aracı olarak kullanıyorlar. Makamları, statüleri, imkanları, ihaleleri paylaştılar; zengin oldular, mal-mülk edindiler.
Bu, onları çok şımarttı, kibirlerinden geçilmiyor. Şimdi kimseyi dinlemiyorlar, kimseye hesap da vermiyorlar. Vesayet kurumlarını ellerine geçirdiler, şimdi vesayet sistemi ile dertleri kalmadı. Devlet bizim, biz devletiz diyorlar. Devlet hala bir sürü yanlışlıklar yapıyor. Uludere’de sivilleri öldürdüler, Akdeniz’de uçağımız düşürüldü, Afyon’da 25 vatan evladı havaya uçtu, Esenyurt’ta insanlar çadırın içinde, Urfa’da cezaevinde yandı, Samsun’da TOKİ konutlarının bodrum katında çocuklar boğuldu. Hiçbir açıklama yapmıyorlar, asla hesap vermeye yanaşmıyorlar. Öncekiler de böyle yapıyordu, bunlar da aynen öncekiler gibi kibirli ve hesap sorulamaz oldular.
Kimse için Firavun, Karun, Bel’am demediniz, öyle mi? O zaman ben sonrayım; bu Firavunluk ve Karunluk değil de nedir?
AKP, iktidarını sağlamlaştırırken giderek devletin rengine boyanıyor; hak taleplerine kulak tıkıyor, tekçiliğe, kendine demokratlığa dönüyor. Akan kan durmadı, Kürt sorunu, Alevilerin sorunları yerinde duruyor. Üniversitelerde hala başörtüsünün yasal dayanağı yok, hala başörtülü kadınlar milletvekili olamıyor, memur olamıyor. Eğitim ve sağlıktaki kargaşa büyüyor, bu ülke hala doğru dürüst üniversite ve memur sınavı bile yapamıyor.

AKP budur; taahhütlerini iptal eden arkadaşlar böyle bir AKP’ye gidiyorlar, kayıklarını böyle bir iktidara rampa ediyorlar. Kimse işi, “zor zamanlar”, “tarihi misyon”, “milli duruş”, “milli görüşü yeniden inşa”, “küresel güçlere karşı milli cephe” diye yüceltmesin, bu yapılan kolayından iktidara uzanmaktan başka bir şey değildir.
Hiçbir şey yapılmadı demiyoruz elbette, yollar yapıldı, kibir kuleleri göklere yükseliyor, ısıtma-soğutma yöntemiyle de olsa ekonominin büyüdüğü rapor ediliyor. Ama ülke hala gelir dağılımı ve insani gelişmişlik endeksi açısından en geri ülkelerden biri. Sosyal yardımları arttırmakla övünen Türkiye çalışma hayatında cumhuriyet döneminin en rezil günlerini yaşıyor. Bütün çalışma hayatı taşeronlaştırıldı, insanlar köleleştiriliyor. İşsizlik oranlarının düştüğü söyleniyor ama hala milyonlarca işsiz var; Türkiye diplomasız işsizler ülkesi oldu, yüz binlerce üniversite mezunu genç iş bulmak için kapı kapı dolaşıyor.

AKP’nin hükümet olduğu 10 yıllık dönemde Irak’ta bir milyonun üzerinde insan öldü. İnsanların üzerine bomba yağdıran uçaklar İncirlik üssünden havalandı. AKP Hükümeti buna hiç ses çıkarmadı; Sayın Erdoğan’ın Irak’ı ABD ile birlikte işgal etmek amacıyla tezkere çıkarmak için çırpındığı günleri unutmadık. Türkiye, Afganistan’da ve Libya’da NATO ile ortak operasyonlar yapıyor. Komşularla sıfır sorundan savaş noktasına geldik. Suriye’de akan kan giderek artıyor. Hükümetin yaptığı tek şey muhalifleri silahlandırarak iç savaşı körüklemek oldu. Bir de sınırda silahlar patladıkça NATO’yu davet ediyor. Suriye halkının özgürlük ve adalet arayışı kana bulandı; AKP Hükümetinin içinde olduğu Suriye’deki oyunlar her an bir bölgesel savaşı, hatta dünya savaşını tetikleyebilir.
AKP ülkede iç barışı tesis edemiyor; ileri demokrasi gibi laflar ediyorlar, “muhafazakâr demokratız” filan diyorlar ama esasen kimlik siyaseti yapıyorlar. Yaptıkları Kemalizm’in tekçi kimlik siyasetini revize etmektir. Bunlar da bir tür milliyetçiliğe yaslanıyorlar. Dindarlıkla bezenmiş bir milliyetçilik icat ettiler. Allah aşkına bu nasıl dindarlık; Kürt meselesinde sözü olmayan, çadırlarda yanan insanları görmeyen, köleleştirilen taşeron işçisinin alın terini sineye çeken, Pozantı Cezaevinde tecavüz edilen çocukların feryatlarını duymayan bir Müslümanlık olur mu? Faizle derdi olmayan, haramı helali ayırmayan, boğazına kadar israfa batan, kibrinden geçilmeyen dindarlıktan bize ne?
Bunlar da dışlıyor, ötekileştiriyor. Asla kuşatıcı olamıyor, herkesi içine alan bir eşit yurttaşlık anlayışını geliştiremediler. Kürtlük, Alevilik hala sorun olmaya devam ediyor. “Bizim Kürtler” anlayışına dayanan Kürt politikası tutmadı; geri dönülen güvenlikçi politikalar işe yaramadı, Kürtler daha da uzaklaşıyor, toplum her bakımdan çözülüyor, bölünüyor, farklı olanlar kopuyor. “% 50 oy alıyoruz” diyorlar; iyi de diğer % 50 ne oluyor; bu kimlik siyasetinin Türkiye’yi böldüğünü görmüyor musunuz?
70’li yılların cephe politikalarına kadar döndüler; AKP, ikinci bir on yıl için yeni bir cephe siyaseti geliştiriyor; arkadaşlarımızın gittiği yer burası, yeni bir toplum mühendisliğidir bu. Bu halk çok toplum mühendisliği projesi gördü ve birçoğunu açığa düşürdü. Neo-Kemalistlikte karar kılan AKP moral üstünlüğünü kaybetti, gerilemeye başladı. Bu katılımların AKP’ye bir faydası olmayacaktır. Bu iş, halkın yeni bir muhalefeti kurmasını, yeni bir siyaseti inşa etmesini geciktirmeyi hedeflemektedir.
Oysa Türkiye’nin özgürleştirici bir adalet siyasetine; adaleti arayanların da bir araya toplanmasına acilen ihtiyacı var. Halkın Sesi Partisi toplumda bu ihtiyacı karşılayacağına dair bir umut yaratmış, bir heyecan uyandırmıştı. Bu heyecan hala var. Biz bu heyecanı, bu sesi büyüteceğiz. Gidenler gitsin; bu sesin, bu heyecanın bu toplumda başka sahiplerinin olduğunu biliyoruz. Bu insanları gidip bulacağız, bu insanlar gelip bizi bulacak.
Umudumuzu kaybetmiş değiliz; bu umudu büyüteceğiz. Özgürleştirici bir siyasetin, mümkün olduğunu göstereceğiz. Farklı kimliklerin, farklı inançların, farklı yaşam tarzlarının özgürleştirici bir siyasal programda bir araya gelmesinin mümkün olduğunu göstereceğiz. Bu ülkede herkesin güven içinde olacağı, herkesin karnının tok olacağı, herkesin refahtan adaletli bir şekilde pay alacağı, herkesin özgür olacağı bir siyasal sistemin mümkün olduğunu göstereceğiz.
AKP dindarlığı, muhafazakâr yaşam tarzını kimlik siyasetine, siyasal muhafazakârlığa tahvil etti, buradan otoriter-totaliter yeni bir Kemalist proje çıkardı. Biz Müslümanlığı böyle okumuyoruz; İslam dininin insanları özgürleştirdiğine, adalet temelli bir toplumsal sistem öngördüğüne inanıyoruz.
Yollarımız ayrılmıştır; burada yapılacak oylamanın sonucunu önemsemiyoruz, Has Parti kapatılsa da kapatılmasa da bugün burada arkadaşlarımla birlikte “Halkın Sesi” adı altında bir siyasi hareketi başlattığımızı ilan ediyoruz. Halkın Sesi Partisi’nin programı ortada duruyor. Herkese gideceğiz, bu programı katılımcı bir tartışma ile güncelleyeceğiz.
İnsana, siyasete, devlete ve ekonomiye dair temel ilkelerimiz şunlardır. İnsanları, bu ilkeler etrafında yeni bir siyasi hareketi birlikte oluşturmaya davet ediyoruz.
-          Biz insanların eşitliğini esas alıyoruz. İmtiyazları reddediyoruz, insanlar arasındaki hiçbir ayrımı kabul etmiyoruz.
-           Biz siyaseti, eşit insanların birlikte icra ettiği bir faaliyet olarak görüyoruz. Siyaset öne geçmek için, imtiyaz sağlamak için, ekonomik çıkar elde etmek ve tahakküm gücü kazanmak için yapılmaz. Tüm insanların güvenliğini, ekmeğini ve hürriyetini teminat altına almak siyasetimizin varlık nedenidir. Hiç kimse rızık endişesi ve istikbal korkusuyla kimsenin önünde eğilmeyecek.
-          Hayatın her alanında şiddet, ırkçılık ve ayrımcılığa karşı mücadele etmek en vazgeçilmez ilkelerimizdendir.
Yeniden yeni bir siyasi hareket çağrısı yapan bizler için bu sözler bir itikat meselesidir. Bu iman ve itikadımızı bugüne kadar bozmadık, bundan sonra da asla bozmayacağız.
-          Biz devleti insanların kurduğu bir siyasal/tarihsel yapı olarak görüyoruz, devlete asla kutsiyet tanımıyoruz. Devlet, imtiyaz sağlamanın aracı değildir, aksine imtiyazları kaldırır, insanları özgürleştirir. Devlet, zenginlerin fakirleri, güçlülerin güçsüzleri, çoğunluğun azınlığı, örgütlü olanların olmayanları tahakküm altına alması ve sömürmesi için bir araç olmayacaktır. Aynı şekilde devlet, hiçbir dinin, dilin, mezhebin ve ideolojinin taşıyıcısı ve tarafı da olmayacaktır.
-           Bizim inancımıza göre dünya kimsenin mülkü değildir; bütün insanlar âlemdeki nimetlerin eşit ortağıdır. Dünyada insanların ihtiyaçlarını karşılayacak nimetler fazlasıyla mevcuttur. “İhtiyaçların sonsuz kaynakların sınırlı olduğu” savı kapitalist iktisadın bir yalanıdır. Sıkıntıların sebebi ihtiras ve israftır. Elbette insanlar ekonomik etkinliklerde serbest olacaklardır; ama ekonomik etkinlik ile adalet ilkesi çeliştiği noktalarda, kamu kudretinin tercihi adaletten yana olacaktır. Adalet, hiçbir amaç ve gerekçeyle terk edilmez ve ötelenemez.
Alternatif toplum projesi olmayan, sadece belli grupların haklarını savunan sosyal hareketlerin egemenleri durdurması mümkün değildir. O nedenle biz STK kurmuyoruz, bir siyasal hareket başlatıyoruz, nihai hedefimiz siyasal bir program etrafında birleşmektir.
Bu toplumda adalet arayışı, mazlumun ve mağdurun yanında yer alma, vicdanın sesi hiç eksik olmamıştır, hakkı ayakta tutmak için mücadele edenler hep olmuştur.
Şimdi onlara çağrı yapıyoruz; kula kulluğa, sömürüye, adaletsizliğe karşı çıkan herkesi, siyasi hareketimize katılmaya davet ediyoruz. Gelin imkânlarımızı birleştirelim; birlikte insanları özgürleştirecek bir siyasi program hazırlayalım.

26 Eylül 2012 Çarşamba


Bir HAS Parti vardı -    Ruşen ÇAKIR
20.09.2012 Vatan

Dün HAS Parti, delegelerinin ezici bir çoğunluğunun oylarıyla kendini fesh etti. Numan Kurtulmuş’un ay sonundaki kongrede iktidar partisinde önemli bir mevkiye geleceği kesin gibi. Belki birkaç kurmayı da AKP yönetimine girer ama siyaseti yine Kurtulmuş ile aynı çatıda sürdürmek isteyen HAS Partililerin çoğu, muhtemelen iktidar partisinde bir tür sıfırdan başlamak durumunda kalacak.
Bu olaya nasıl bir ad vermek doğru olur? Herhalde Erdoğan-Kurtulmuş ikilisi “bütünleşme” sözcüğünü tercih ederler, ancak kelimenin gerçek anlamıyla bir bütünleşmeden söz etmek zor. Çünkü ortada eşit bir ilişki yok. Durum, HAS Parti’nin başarısızlığını kabul edip kendini kapatması ve bazı partililerin AKP’ye katılmasından ibaret. Belki bu olayı HAS Parti’nin, o da bir kısmının, AKP tarafından “yutulması” olarak tarif edebiliriz. 
Burada en önemli husus HAS Parti’nin AKP’ye sadece bazı isimleri taşıyor olması, bu partiyi kısa ömründe dikkat çekici kılan bazı politik görüş ve duruşların transferinin pek söz konusu olmamasıdır. Bunun işaretlerini Numan Kurtulmuş’un AKP ile anlaştıktan sonra yaptığı bazı açıklamalarda görmek mümkün. Yanlış anlaşılma olmasın, Kurtulmuş’un iktidar partisine geçmesinin arifesinde görüş ve duruşlarını değiştirdiğini söylemiyorum. Tam tersine onun yeni dönemde “en sahici” haliyle karşımızda olacağını düşünüyorum.

Kurtulmuş’a özel parti

Ne demek istediğimi izah etmek için HAS Parti’nin kuruluşunu hatırlatmam gerekiyor. Bu parti Saadet Partisi’ndeki yaşlı abilerin ve Erbakan ailesinin gençlerinin Kurtulmuş’un önünü tıkaması ve Necmettin Erbakan’ın da tercihini kendisinin veliahtı olarak görülen Kurtulmuş’tan yana yapmaması üzerine ortaya çıktı. Diğer bir deyişle özünde bir “Numan Kurtulmuş partisi” olarak ortaya çıktı. Fakat parti sadece Milli Görüşçüleri bir araya getirmedi. Mehmet Bekaroğlu gibi “İslami sol” olarak tanımlayabileceğimiz isimlere ek olarak sosyalist soldan ilginç bazı kişiler de bu yeni projede yer aldılar. Sonuçta ortaya SP’den ve tabii ki AKP’den bambaşka bir parti çıktı. 
HAS Parti’nin kısa sürede dikkat çekici bir performans sergilemesinde Kurtulmuş’un ender rastlanır nezaketinin etkisi kuşkusuz yüksekti. Fakat bu partinin ilgi çeken bazı politikalarının arkasında Kurtulmuş’tan çok, farklı deneyim, birikim ve geçmişlere sahip olan ve bir kısmını yukarıda tarif ettiğimiz birbirinden ilginç kişiler bulunuyordu. Hatta önceki yazılarımda da vurgulamış olduğum gibi, Kurtulmuş özellikle iktidar partisine karşı aşırı temkinli üslubu nedeniyle bu politikaların pratiğe geçmesinde bir tür fren oldu, partinin dinamizm kazanmasının önünü aldı. Dolayısıyla Kurtulmuş’la zamanla ortaya çıkan HAS Parti kimliği arasında bir tür doku uyuşmazlığının ortaya çıkmış olduğunu, onun AKP’de daha kendiyle barışık bir siyasi performans sergileyeceğini söyleyebiliriz.
  
Ortada kalan miras

Peki Kurtulmuş’un bazı arkadaşlarını da yanına alarak AKP’ye katılması, onunla birlikte hareket etmeyen ve artık partisiz kalmış kadroların önünü açar mı? Bu soruyu Bekaroğlu’na yönelttiğimde “Kuşkusuz partinin kapatılması birçok şeyi geciktirecek, ama sadece geciktirecek. Zira kimliklere dayalı siyaset yapmayan bir partiye şiddetle ihtiyaç var. Ya mevcut partilerden bazıları kimlik siyasetinden vazgeçecek ya da kısa vadede olmasa da bu boşluk doldurulacak” cevabını verdi.
Şüphesiz iyimserlik iyi bir şeydir ancak Bekaroğlu’nun bu yaklaşımını fazla gerçekçi bulmadığımı itiraf etmeliyim. Bana göre kısa ömürlü HAS Parti’nin mirası ortada kalacak ve bugün AKP’ye katılmayı içlerine sindiremeyen partililerin bazıları ilerde “Bir zamanlar bir HAS Parti vardı” diye hayıflanacaklar.

20 Eylül 2012 Perşembe

17 Eylül 2012 Pazartesi


HAS PARTİ 19 EYLÜL HAREKETİ BASIN AÇIKLAMASI  

Biz, Halkın Sesi Partisi, kurulduğu günden bu yana parti bünyesinde aktif olarak görev alan üyeleriz.
Siyaset’i formatlamak sloganıyla yola çıkan partimizin kapalı kapılar ardındaki pazarlıklar sonucu kapatılmasına itiraz ediyoruz.
            1 Ekim 2010 günü, bir önceki  Partisinden İstifa ederken “Hayat siyasetten ibaret değildir” diyen Numan Kurtulmuş’a  hatırlatırız ki ; “Siyaset de İktidar’dan ibaret değildir”. Has Parti’den ayrılmak isteyenlerin yapmaları gereken “istifa” etmektir. Yollarımız madem ayrılıyor gelin birbirimizi kırmadan ayrılalım.
            Programımızda “çift dil ve çift gündemimiz olmayacak” denilen partimizin en kritik süreci tamamen bu ilkeye aykırı olarak yürütülmüş ve parti teşkilatları kararlar verildikten sonra haberdar edilerek üyelerimizin hayal kırıklıkları “onay” gibi gösterilmek istenmiştir. Sürece itiraz eden kurucuların beyanları  yok sayılmış ve örgütlenmemizin önüne geçmek için her türlü sansür ile kara propaganda yapılmıştır.
            Tüm bu engellemelere rağmen internet üzerinden http://imza.la/hasparti-kapatilmasin adresinde başlattığımız imza kampanyası ulaşabildiğimiz yüzlerce kişiden destek almıştır.
            Siyasi partiler Kanunu’nda reform yapılması gerektiğini her fırsatta söyleyen Sayın Kurtulmuş ve ekibi işlerine geldiğinde bu anti demokratik yasanın her noktasından faydalanmaya çalışmış ve Türkiye Siyasi Partiler tarihinde ilk olabilecek bir şekilde bu kadar önemli bir kararın alınacağı kongreyi Hafta içi -Çarşamba- gününe koymuştur. Uygulanan sansür ve yıldırma politikaları hiçbir siyasi ahlakla bağdaşmamaktadır.
Hatırlatmak isteriz ki bu süreç “kayyum “ sürecinden farksız hale gelmiştir. Bu tip kirli kongre zaferleriyle siyasi ikbal olmayacağını siyasi tarihimiz sayısız örneklerle göstermiştir.
“Partileri ancak millet kapatır” ilkesi gereğince kararın kalanlara bırakılması gereklidir. Siyaseten başarısız olunan bir süreci hala onurlu bir şekilde bitirmek şansına sahibiz.
 Ak partiye katılmak isteyen değerli arkadaşlar!
Kendinize yakışanı yaparak İstifa ediniz ki helalleşerek ayrılalım . Ayrıldığınız yeri tarumar etmeyiniz. Bu Siyasi parti bu şekilde kapatılmayı hak etmemektedir.
Bizler,  19 Eylül hareketi olarak Çarşamba günü Ankara’da Halkın Sesi Partisi Kongresi ‘nde yerimizi alacak  hakkımızı ve onurumuzu korumak için “her ne gerekiyorsa” yapacağız !
Kamuoyuna saygılarımızla !                 
                                                                                        19 Eylül Hareketi  Adına ,
                                                                                     Has Parti Tekirdağ Merkez İlçe Bşk.
                                                                                              
                                                                                         Av.Hasan Fehmi ÖZER

15 Eylül 2012 Cumartesi


4 Eylül 2012 Cuma 21:52

'Zeki Kılıçaslanİçini Döktü'

Has Parti'nin, Ak Parti'yle birleşmesini olumlu bulmayan ve bu yapılan yanlış bir davranış olduğunu her fırsatta dile getiren Has Parti Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Zeki KILIÇASLAN,Haberzoom.com'unsorularını yanıtladı.

 28 Haziran sonrası süreci bize kısaca değerlendirir misiniz? Radikal'in "Numan Kurtulmuş AK Parti yolunda" başlıklı haberini görünce ilk yorumunuz ne oldu?
 Gerçi önceki aylarda bir takım söylentiler vardı ama yine de o zaman bu habere şaşırdım. Çünkü daha önceki günlerde bu konu ile ilgili kendisine soru sorulduğunda kesinlikle böyle bir şey yok diyordu. Bizlerin de ona inanmak dışında bir seçeneğimiz var olabilir miydi ? Netice de bir insan, bir Müslüman bir söz söyledi ve inandık!

Fakat bu kadar şaşırtıcı olan diğer şey ise bu haberden sonra bile, ortaya çıkıp doğru dürüst bir açıklama yapması, parti yönetimini toplantıya çağırması beklenirken “Bana böyle bir teklif gelmedi” gibi bir açıklama ile yetinmesiydi. Daha sonra , ancak zorlama ile ve Başbakan ile yapacağı görüşmeye 24 saatten bile az zaman kala parti merkez yönetimini toplayıp konuyu öğrenme tartışma fırsatını bulduk. Zaten karar kendisi açısından çoktan verilmişti. İş bitmişti.
 Bu noktaya nasıl gelindi ve AK Parti cephesinden bakılırsa, nasıl bir hesapları var sizce?

Bu olanlardan sonra şimdi aslında Numan Kurtulmuş’un program metnimizde yazılanlara tam anlamıyla inanmadığını düşünüyorum. Saadet Partisi'nden sonraki süreçte AK Parti ve Saadet Partisi’ nin varlığı koşullarında, benzeri bir toplumsal tabana seslenecek partinin aslında HAS Parti programı benzeri bir yaklaşımdan başka seçeneği yoktu. Ama anlaşılan Numan Kurtulmuş daha çok Mehmet Bekaroğlu ve benzer yaklaşıma sahip unsurların damgasını taşıyan programın gerçekleşmesine, siyasi yaşamını adıyacak bir kararlılığa sahip değildi. İşte bu koşullarda seçimlerde alınan ve başarısız olarak değerlendirilen sonuçlardan sonra moraller biraz bozuldu. Mali destek veren sınırlı sayıdaki partili bu desteği –bence şimdi partiyi belirli bir yola yöneltme amaçlı olduğu anlaşılıyor-çekti. İktidar bloku içindeki çelişkiler sonucu bazı sermaye ve dini odaklı çevrelerin AK Parti ile birleşme yönlü baskıları arttı.

Tayyip Erdoğan bu atakla kamuoyunda çok dürüst ve temiz olarak bilinen ve toplumda anlamlı bir karşılığı olan N.Kurtulmuş’ u yanına alarak bir yandan iktidar bloku içindeki gücünü artırdı diğer yandan da AK Partiye anlamlı bir alternatif oluşturma potansiyeli olan en önemli odağı ortadan kaldırmak istedi.
 Erdoğan ve Kurtulmuş görüşmesinden bütünleşme kararı çıktı. Bütünleşme fikrine nasıl bakıyorsunuz? Gerçekleşmek üzere olan sürecin bütünleşme olarak tanımlanmasına katılıyor musunuz?

Bu bir bütünleşme değildir. Bu çoğunluk olsalar da sadece Genel Başkan ve bir grup HAS partilinin AK partiye katılımıdır. Ben buna karşıyım çünkü bu, HAS Parti’nin kendisini, programını, ilkelerini tam olarak inkar etmek anlamına gelmektedir.

 19 Eylül'de Has Parti Olağanüstü Büyük Kongresi var ve gündem Has Parti'nin feshi. Nasıl bir sonuç bekliyorsunuz?

Muhtemelen çok büyük bir çoğunluk partinin feshi yönünde oy kullanacaktır. Çünkü kurucuların çoğunluğu Numan Kurtulmuş endeksli olarak bu partiye kurucu oldular. Numan Kurtulmuş’ un da çok söylediği gibi aslında bu partinin anlayışı ve AK Parti den farkı konusunda kurucuların çoğunluğu dahil atanmış yöneticilerin büyük kısmının yeterli bir anlayış ve inançlı bir durumu yoktu.

 Türkiye'nin önünde önemli meseleler var. Sizce Numan Kurtulmuş’un bu meselelerde hükümete katkı sağlama imkanı olabilecek mi? 

Umarım katkısı olur çünkü ülkemizin gerçekten çok sorunu var. Fakat bu sorunların önemli bir kısmının da bizzat AK Parti politikalarından kaynaklandığını veya bu politikalarla devam ettirildiğini biliyoruz. Dolayısıyla temel politikaları değiştirebileceğine inanmıyorum ama en azından farklı üslubu ile Tayyip Erdoğan’ nın toplumun belirli kısımlarını ötekileştiren, düşmanlaştıran tavırlarına karşı belki bir denge oluşturur. Şüphesiz bu da bir katkıdır ama yaralarımıza yeterli merhem olmaz.  
 Numan Kurtulmuş “söylediklerimizden vazgeçmiş değiliz” diyor, sizce orada da Has Parti'deki söylemlerine devam edebilecek mi?

Numan Kurtulmuş genel de çok güzel konuşuyor. Ama aslında bir çok partilinin de ifade ettiği gibi genelde net bir tutum ortaya koymuyor, bu anlamıyla da çoğu zaman tam bir şey “söylemiyor” du. Seçmenler AK Partive Erdoğan ile farkını tam kavrayamadılar onu hep geleceğin AK Parti başkanı olarak gördüler.Kısmen net tutum koyduğu “Kapitalizmin artık bittiği”, “NATO gavur leşidir”, "Kürt sorununun eşitlik temelinde çözümü"gibi söylemlerini ise devam ettireceğini zannetmiyorum.

Has Parti deneyimini değerlendirebilir misiniz? Nasıl bir muhalefet cephesi kapanıyor sizce?

HAS Parti bence çok değerli bir deneyim. Öncelikle bilmeliyiz ki Türkiye toplumunun daha ileri gidişi ancak genelde sağa oy veren, dindar Sünni muhafazakar kitlelerin kendi içinde hak , adalet, eşitlik , özgürlük temelli bir siyasal yönelişleri ile mümkün olacaktır. AK Parti politikalarına karşı CHP genelde yaşam tarzı ve alevi duyarlılığı temelli bir muhalefeti, MHP ve BDP ise milliyetçi kimlik siyasetlerini temsil etmektedirler. HAS Parti çoğunluğu dindar bir kadro tarafından oluşturulsa da farklı siyasal ve kültürel kesimlerden gelen hak, sosyal adalet, eşitlik, özgürlük gibi ortak değerlerde buluşan insanlar tarafından kuruldu. Dolayısıyla böyle bir siyasal yaklaşımın zayıflatılması, ortadan kaldırılması aslında Türkiye siyasal sahnesini kimlik temelinde çatışan siyasetlere terk etmek anlamına gelmektedir. Toplumun yaşam tarzı ve kimlikler temelinde kutuplaştırılmasının artarak sürmesini önlemek ve ortak maruf değerler etrafında siyaset oluşturmak hepimizin görevi olmalıdır.
Bundan sonraki süreçte bütünleşmeye karşı çıkan Has Partililer olarak ne yapmayı planlıyorsunuz?
 
  Bizler gücümüz yettiğince HAS Parti programı ve ilkeleri temelinde siyasal çalışmayı sürdürmeye kararlıyız. Öncelikle bir siyasal hareket oluşturmayı, topluma yapacağımız çağrı ve çeşitli etkinlikler sonrası ortaya çıkacak tabloya ve imkanlara bağlı olarak bu siyasal çalışmaya şekil vermeye çalışacağız. 
Murat Çağlar KAVAKLI / HABERZOOM.COM



4 Eylül 2012 Salı

19 Eylül Çarşamba Günü Ankara'da Genel Merkez'de olacağız! Partimize sahip çıkacağız !  HALKIN SESİ'ni Göreceksiniz !


28 Ağustos 2012 Salı



BEŞLİ TAKRİR: BEŞ KURUCU HOCADAN NUMAN HOCA’YA UYARI


Sayın Numan Kurtulmuş, Halkın Sesi Partisi’nin Değerli Kurucuları, Sevgili Arkadaşlar,
 1 Kasım 2010 tarihinde birlikte Halkın Sesi Partisi’ni kurarken insana, topluma ve siyasete dair önemli şeyler söylemiştik. Görünen o ki başta Genel Başkan olmak üzere bazı arkadaşlarımız bu söylenenleri unutmuş, önümüzdeki günlerde Adalet ve Kalkınma Partisi’ne katılacaklar.
Sizlere bu mektupta bazı arkadaşlarımızın bu yönelişinin ne anlama geldiğini anlatmaya çalışacağız.
Ancak önce talebimizi belirtmek istiyoruz. Biz Halkın Sesi Partisi’nin söylediği her söze inanıyoruz. Partinin ismi ile kuruluş manifestosundan seçim beyannamesine kadar her adımında imzamız var. Bugüne kadar partimizin mesajının insanlara ulaştırılması için canla başla çalıştığımızın sizler şahidisiniz. Genel Başkan ve bazı arkadaşlarımızın bu yönelişi karşısında şaşkınlık içindeyiz, hayal kırıklığı yaşıyoruz ama hiç kimsenin iradesine ipotek koyamayacağımızı biliyoruz, kimseyi engelleme niyetinde de değiliz. Neticede herkes kendinden sorumludur; yaptıklarının hesabını herkes kendisi verecektir. Herkesin istediği yere gitme, istediği partide siyaset yapma hakkı var. Fakat hiç kimsenin aşağıda özetleyeceğimiz gidişata karşı bir itiraz, bir feryat ve vicdan kanaması olan Halkın Sesi’ni susturma, Halkın Sesi Partisi’ni kapatma hakkı yoktur. Kimse kanunlar böyle, çoğunluk isterse kapatır demesin. Biz kanunlardan ve çoğunluktan söz etmiyoruz. Haktan söz ediyoruz. Talebimiz şu: AKP’ye katılacak olan arkadaşlarımız Halkın Sesi Partisi’nden istifa etsinler, partinin kaderi ile ilgili kararı partide kalanlar versin.
1 Kasım 2010 tarihinde dönelim ve ne yaptığımızı hatırlayalım.  
Önce dünyanın gidişatına itiraz ediyoruz:
“Üç yüz yılı aşkın bir süreden beri dünyaya egemen olan modern güç uygarlığı, başlangıçta vaat ettiği dünya cennetini kurmak şöyle dursun dünyayı cehenneme çevirmiştir. Bugün dünyada açlık, adaletsizlik, ayrımcılık, ırkçılık, insan hakları ihlalleri, iç çatışmalar, savaşlar, ekonomik krizler ve çevre felaketleri kol gezmektedir. Ülkeler ve insanlar arasındaki tek ilişki modeli tahakküm olmuştur; barış ve adalet için kurulduğu iddia edilen başta BM olmak üzere tüm uluslar arası kuruluşlar güçlülerin tahakküm aracına dönüşmüştür.”
Peki, ne oldu; iki yılda dünya mı değişti?
Türkiye’nin gidişatına itiraz ediyoruz:
“Tüm dünya gibi ülkemiz de on yıllardan beri bu güç uygarlığının tasallutu altındadır. Yıllardır Türkiye’yi yönetenler bu tasalluttan kurtulmak için hiçbir şey yapmamışlar, aksine güç uygarlığının tahakküm ilişkilerini tekrar takrar üretmişlerdir. Halkımız tarafından büyük ümitlerle iktidara taşınan AKP de yeni bir hayal kırıklığı olmuştur. On yıldır işbaşında olan iktidar partisi, tahakkümcü ve yağmacı güç uygarlığının yeni biçimi olan neo-liberal sistemin taşıyıcılığını yapmıştır. Bugün Türkiye sekiz yıl önceki sorunları aynen yaşamakta; kimlikler üzerinden kutuplaşma, toplumsal gerginlik, ayrımcılık, adaletsizlik, yolsuzluk, kent yağması artarak devam etmektedir. Kürt sorunu ve bunun yüklediği terör daha da karmaşıklaşmış uluslar arası bir boyut kazanmıştır. Türkiye, komşu ülkelerdeki çatışmaların tarafı haline getirilmiştir.”
“Muhalefet partileri de demokrasiyi iktidar oyunu olarak algılamakta; onlar da seçmeni kimlikler ve yaşam tarzları üzerinden taraftara dönüştürerek iktidar devşirmeye çalışmaktadır. İktidarsa imtiyaz elde etme, kamu kaynaklarının yağmalanması, yandaşlara aktarılması ve tahakkümün aracı olarak görülmektedir.”
Peki, ne oldu; Türkiye mi değişti?
Hayır, Değerli Arkadaşlar.
İki yılda dünya daha da yaşanmaz hale, Türkiye daha çok sorunlu bir ülke durumuna gelmiştir. Siyaset de eski bildiğimiz siyasettir; devlet hala birikim ve tahakküm aracı olarak görülmektedir. İnsan hala devlete/siyasete ve piyasaya/ekonomiye kurban edilmektedir. Tüm mekanizmalar güçlüler için işlemektedir.
İşte Halkın Sesi Partisi bu gidişata itiraz etmiş ve şu can alıcı tarihi sözü söylemiştir.
“İnsanlar eşittir, hiç kimse diğerinden üstün ve imtiyazlı değildir.”
Arkadaşlar, bu sözü biz icat etmedik. Bu söz peygamberlerin; Hz. Muhammed’in, Hz. İsa’nın, Hz. Musa’nın, Hz. İbrahim’in, onların izleyicilerinin, insanlık adına, vicdan adına konuşan herkesin sözüdür. Bu söz adalet ve özgürlük mücadelesi vermiş olan herkesin sözdür. Evet, bu söz sözlerin başıdır. Önce “eşitlik” diyeceksiniz sonra özgürlük ve adalet, çünkü imtiyazların olduğu yerde özgürlük ve adaletten söz edilemez.
Biz bu sözün üzerinde bir siyasi parti kurduk. Siyasi parti kurduk ki insanları köleleştiren fitnelerle mücadele edelim, fitneyi ellerimizle kaldıralım. Fitneyi kaldıralım ki insanlar özgürleşsin. Anlaşılan o ki, bazı arkadaşlarımız, “hizmet” iddiası ile iktidar partisine katılıyorlar. Bu çok klasik, çok bildik bir bahane. Biz ise siyaseti insanı özgürleştirmek adına yapacağımızı söyledik. Bakın nasıl söylemişiz?:
“Devlet, zenginlerin fakirleri, güçlülerin güçsüzleri, çoğunluğun azınlığı, organize olanların olmayanları tahakküm altına almaları veya sömürmeleri için bir araç olamaz.”
“En geniş anlamda devletin varlık nedeni, insanı kuşatan ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel ve ideolojik engellerin kaldırılarak insanın ve toplumun özgürleştirilmesi; hak ve özgürlüklerin soyut birer hukuki statü olmaktan çıkartılarak yapılabilir ve gerçekleştirilebilir durumlar haline getirilmesi ve toplumsal yapının adalet ile kaim bir şekilde korunması ve güvenliğinin sağlanmasıdır.”
“Bizim tasavvurumuzdaki Türkiye’de siyaset, bir zenginleşme aracı olarak kullanılamayacağı gibi başkaları üzerinde tahakküm kurma ya da kamusal süreçler aracılığıyla topluma şekil verme uğraşısı da olmayacaktır.”
“Hiç kimse içinde yaşadığı topluma, çevreye ve doğaya zarar vererek zenginleşemez. Devletin görevi,  servetin, herhangi bir üretim sürecine konulmaksızın belli eller arasında dönüp dolaşan bir tahakküm aracı olmaktan çıkartılması ve sosyal refah için kullanılması yönünde gerekli önlemleri almasıdır.”
İşte devrim Arkadaşlar, siz güç uygarlığına karşı bir devrim manifestosunun altına imza atmıştınız. Hatırlatıyoruz:
“Biz, insanın eşitliğini, kutsallığını ve muhteremliğini esas alan bir heyetiz. Bütün insanları Hz. Âdem’in evlatları olarak görüyoruz. Aralarında hiçbir ayırım kabul etmiyoruz.
İnsanların ekmeğini ve hürriyetini teminat altına almak siyasetimizin varlık nedenidir.  Onların söz, yetki ve karar hürriyetleri asla ellerinden alınamayacak. İnsanlara bunu taahhüt ediyoruz. Bunun dışındakiler; daha iyi yollar, daha iyi okullar, daha iyi hastaneler takatimizle mukayyettir. Ancak şunu tekrar tekrar taahhüt ediyoruz. Hiç kimse rızık endişesi ve istikbal korkusuyla kimsenin önünde eğilmeyecek, kimseye kulluk etmeyecektir. Bu bizim itikadımızdır. Bu itikadımızı hiçbir güç bozamaz.”
Sayın Genel Başkan, Değerli Arkadaşlar, birlikte Halkın Sesi Partisi’ni kurarken başka bir önemli iş daha yaptık. Onu da hatırlatıyoruz:
Bugüne kadar insanları köleleştiren sistemlerle mücadele edenler, farklı inanç, felsefe, değer yargıları ile hareket ettiler. Şimdi burada birleşiyoruz, kula kulluğa, sömürüye, adaletsizliğe karşı çıkanlar bu partide, bu çatı altında güçlerini birleştiriyor. Buna inanan bütün insanları burada, bu çağrı etrafında toplanmaya davet ediyoruz.”
Bu da bir ilktir; Türkiye siyasetinde ilk defa böyle bir şey oluyor, ilk defa insanların özgürleşmesine inananlar bir program etrafında birleşiyor ve birlikte siyaset yapmaya karar veriyor.
Elbette dahası da var. Biz birbirimize ve halkımıza bir önemli söz daha verdik:
“Çift dil ve çift gündemimiz olmayacak, sizlerin dışında hiç kimseyle gizli bir ittifakımız olmayacak, halkımızın dışında hiçbir güç odağına dayanmayacağız.” 
Bu söz ortada duruyor. Sayın Genel Başkan, siz verdiğiniz söze bağlı kalmadınız, bizim bilgimiz dışında görüşmeler yaptınız, kararlar verdiniz.
Sayın Genel Başkan verdiğiniz başka sözler de var. 1 Ekim 2010 tarihinde istifa ettiğiniz Saadet Partisi’nin önünde şunları söylediniz:
“Reel politiğin cazibesine kapılıp ideallerimizi terk etmeyeceğiz.”
Şimdi “Muhalefette iken söylediklerimizi söylemeye devam edeceğiz, bu sadece bir stratejik karardır, iddia ve ideallerimizden vazgeçmiyoruz” diyorsunuz. Sayın Başkan, buna gerçekten inanıyor musunuz? Yani iktidar partisi size böyle bir fırsat veriyor, öyle mi? İktidar partisinin başkanı size “gel bizi baştan sona değiştir, biz yolumuzu şaşırdık bizi yola getir” diyor, öyle mi? Yani siz, şimdi iktidara gidiyorsunuz, iktidarın on yıldan beri uyguladığı ekonomik politikaları değiştireceksiniz, öyle mi? Yani şimdi sizi iktidar partisi çağırıyor, gidip nükleer enerjiyi yasaklayacaksınız, öylemi? Sayın Başbakan, Suriye sınırında iki tane mermi patladı diye NATO’yu davet ediyor. Şimdi siz gideceksiniz, “NATO sırtımızdaki gâvur leşidir” demeye devam edeceksiniz ve NATO’dan çıkacak, seçim beyannamesinde belirttiğimiz gibi İncirlik Üssünü kapatacaksınız, öyle mi?
Sayın Başkan, bu yaptığınız düpedüz reel politiğe esir olmaktır. Sizin stratejik karar dediğiniz reel politiğin peşine takılmaktan başka bir şey değil.
Bu sözlerle belki kendinizi ikna ediyorsunuz ama bizi değil, Halkın Sesi Partisi’ni umut olarak gören bu ülkenin mazlumlarını, mağdurlarını değil. Hatırlayın Sayın Başkan, 1 Ekim 2010 tarihinde Saadet Partisi’nin önünde ne demiştiniz bu ülkenin mazlumlarına ve mağdurlarına:
“Bir tek borcumuz vardır. Bu ülkenin mazlumlarına, bu ülkenin mağdurlarına, bu ülkenin unutulmuşlarına, bu ülkenin horlanmışlarına borçluyuz. Bu borcu ödemek için bütün gücümüzle mücadele edeceğiz”
Sayın Başkan, şimdi bu ülkede on yıldır yeni mazlumlar, yeni mağdurlar, yeni unutulmuşlar, yeni horlanmışlar üreten bir iktidar sizi çağırıyor ve gidiyorsunuz.
Oysa biz uzun soluklu bir mücadele için yola çıkmıştık; bu ülkenin ve dünyanın mazlumları, mağdurları, unutulmuşları ve horlanmışları için çalışacaktık, ne güzel de ifade etmiştiniz, dünyanın madunları adına siyaset yapacaktık. Siz çağırmıştınız bizi, 1 Ekim 2010’da Saadet Partisi’nin önünde yaptığınız konuşma ile:
Arkadaşlarımı, dava kardeşlerimi ve tüm milletimizi uzun soluklu bir mücadeleye, yol arkadaşlığına, omuzdaşlığa davet ediyorum.”
Geldik Sayın Başkan, buradayız. Peki, şimdi siz nereye gidiyorsunuz? Mazlumların, mağdurların, unutulmuşların ve horlanmışların özgürlüğü için atan yüreklerimize şimdi hangi kapıdan girmeyi teklif ediyorsunuz?
Sayın Başkan, Değerli Arkadaşlar; hatırlayın “ne siyasa/devlet ne piyasa” demiştik. Şu cümle seçim beyannamemizden:
“Statükocu partiler devleti merkeze almakta, bireyi ve toplumu edilgen kılmakta, toplumu şekillendirme sevdasında vazgeçmemektedirler. Kendini reformcu olarak tanıtan ama aslında politik muhafazakâr olan AKP ise piyasayı merkeze alıp toplumu piyasaya ve dış dinamiklere bağımlı kılmaktadır. Piyasa dediğimiz de ağırlıklı olarak İMKB’de işlem gören küresel finans kapital ile onun ortağı olan yerli finans burjuvazisidir.”
Bugün iş daha da vahim bir noktaya gelmiştir. AKP artık muktedir olduğuna inanmakta ve devlet gücünü ala bildiğine piyasanın emrine vermektedir. AKP bu arkadaşlar; bazı arkadaşlarımızın kapısında toplandıkları AKP şimdi devlet oldu ve devleti de piyasanın çıkarları doğrultusunda kullanıyor.
Arkadaşlar, sürekli olarak vesayetle mücadele edildiği söyleniyor. Ama halk bir türlü belirleyici olamıyor. Önceden sivil/asker oligarşisi ile piyasa oligarşisinin koalisyonu vardı, şimdi parti oligarşisi ile piyasa oligarşisinin koalisyonu var.  Şu işte bir tuhaflık yok mu? Darbelerle mücadele ettiğini söyleyen, 12 Eylülcüleri, 28 Şubatçıları yargı önüne çıkartan AKP 12 Eylül düzenini olduğu gibi koruyor. Hani de demişti Başkanımız? “12 Eylül’ün kayığına binenler darbecilerle mücadele edemez”. 12 Eylül’ün kayığı 1982 anayasasıdır, yasalarıdır, kurumlarıdır. Hala 12Eylülün seçim sistemini, siyasi partiler kanunu, meclis içtüzüğü geçerlidir. Bu cümlede seçim beyannamemizden: “Baraj sistemini savunmakla darbeleri savunmak arasında nitelik olarak bir fark yoktur.”
Sayın Başkan, şimdi ne oldu, AKP’nin değiştiği ya da değişeceğine dair bir bilginiz mi var? Bize Başbakan’la ne konuştuğunuzu anlatmadınız. AKP ile bütünleşme kararı aldık diyorsun. Kiminle aldın bu kararı? Nasıl bir bütünleşme, bu? Hala kimse bilmiyor. Korkarız siz de fazla bir şey bilmiyorsunuz; ne olacağınız, AKP’ye nasıl katılacağınız konusunda Başbakan’ın iradesine tam teslimiyet içindesiniz. Olsun, bu sizin kararınız, bizi ilgilendirmez. Ama arkadaşlarımıza, üyelerimize, Halkın Sesi’ne oy verenlere açıklamak zorundasınız, insanları yanıltmaya hakkınız yok. Bu nasıl bütünleşme Sayın Başkan?        
“Muhalefetteyken söylediklerimizi söylemeye devam ececeğiz” diyorsun. Peki, AKP ile programları mı tartıştınız, AKP programını değiştirip Has Parti’nin programına mı uyacak? Siz ilgili kurullarda bunları hiç konuşmadınız; sonra da arkadaşlarımdan tam destek aldım diyorsun. Arkadaşlar neyi destekledi Sayın Başkan?
AKP’ye gitmeyi isteyen arkadaşlara soruyoruz, nereye gidiyorsunuz, hangi şartlarda gidiyorsunuz, kim biliyor bunları?
Bütün bunları bilmeden bir iş yapmak, AKP’ye gitmeyi istemek önceden verilen sözü çiğnemek demektir ki bu bir ahlaki sorundur. Yok, böyle değil de “biz artık bu programa inanmıyoruz” deniliyorsa o zaman bu arkadaşların bu partinin geleceği ile ilgili söz söyleme hakları yoktur.
Sayın Genel Başkan ve onunla beraber AKP’ye gitmek isteyen arkadaşlar, Halkın Sesi Partisi’ni bir kişi partisi, Numan Kurtulmuş’u sevenler kulübü, Kurtulmuş’u taşıma aracı, bir yere atlama taşı olarak görmüş olabilirler. Fakat biz öyle görmedik, görmüyoruz.
Bize göre Halkın Sesi Partisi, mevcut siyasetin içeriğine ve yapılış tarzına itirazın adıdır. Halkın Sesi Partisi, Firavunlaşmaya, Karunlaşmaya ve Belamlaşmaya direnişin adresidir. Halkın Sesi Partisi, haksızlıklara, hukuksuzluklara, yozlaşmaya, savrulmaya karşı bir çığlıktır. Halkın Sesi Partisi, iktidarı kendi dayanakları ve temelleri üzerinden sistematik bir şekilde eleştiren ve tutarsızlığını yüzüne haykıran yegâne harekettir.
Biz siyaseti itikadımızın bir dışavurumu, bir yansıması olarak anlıyoruz. İktidara değil ilkelerimize hedeflenen bir siyaset anlayışını ortaya koyuyoruz. Dolayısıyla iktidar olmayı bir amaç olarak değil üzerimize vacip olan ilkelerin ve siyasi duruşun muhtemel bir formu, mümkün bir sonucu olarak kabul ediyoruz.
Halkın Sesi Partisi, kuruluşundan sekiz ay sonra alelacele girdiği genel seçimlerde siyasi şartların bütün olumsuzluklarına, oluşturulan yapay gerilimlere ve yıldırıcı bir seçim barajına rağmen 328 bin insanın desteğini almıştır. Sayın Başkan, bu oyların şahsına verildiğini düşünüyorsa yanılıyor; bu insanların teveccühü bu siyasi anlayışa ve bu duruşadır. Şu da açık ki iktidar partisinin aldığımız oyla kıyaslandığında asimetrik bir şekilde artan öfkesi ve tahammülsüzlüğü de Halkın Sesi Partisi’nin bu farklı siyasi anlayışına ve duruşunadır.
Dün bu siyasi programı hep birlikte imzalamıştık, bu duruşu birlikte sergilemiştik. Dünden bugüne değişen bir şey yokken başta Sayın Genel Başkan olmak üzere bu partinin yöneticisi olan bazı arkadaşlarımızın bu keskin dönüşünün anlaşılabilir tek açıklaması kısa yoldan ve zahmetsizce iktidara ulaşmak arzusudur. Çok açık ki arkadaşlarımız, ilke ve idealleri bir tarafa koyup reel politiğin ayartıcılığına kapılmaktadırlar.Elbette kendi iradeleridir, istedikleri gibi davranabilirler. Ama kendileri giderlerken partiyi kapatmak istemeleri kabul edilemez.
Değerli Arkadaşlar, Halkın Sesi Partisi elbette bir ilkesel duruş, vicdani bir itirazdır. Ama bunun ötesi de var; bu parti, insanlara hatırlatan, insanları kötülüğe karşı durmaya, iyiliği çoğaltmaya çağıranların toplandığı adrestir. Toplumun her kesiminden vicdanlı ve insaflı insanlar, Halkın Sesi Partisi’ni karanlığın çoğaldığı, fitnenin arttığı, fırtınaların, krizlerin yaklaştığı sırada sığınılacak bir çatı olarak görmüşlerdir. Bu çatıyı dağıtmak, bu partiyi kapatmaya çalışmak büyük insafsızlıktır.  
Sayın Genel Başkan, sizden ve sizinle beraber AKP’ye gitmek isteyen arkadaşlardan şu asgari ahlaki davranışı bekliyoruz. Parti programımıza, verdiğiniz sözlere tamamen aykırı bir iş yapıyorsunuz; partimizi terk ediyorsunuz. O halde partiden istifa edin, vedalaşıp-helalleşerek ayrılın.  Aksi takdirde “hakkı seslendiren bir grubu susturmuş”, “hayırlı işlerle anılan bir kurumu lağvetmiş”, “giderayak yakıp-yıkmış” olursunuz. Bu hiçbir ahlaki ölçüye sığmaz, bunu hiçbir kültür, hiçbir değer sistemi kabul etmez.
Partimizin Kurucuları, Değerli Arkadaşlar,
İki aydan beri yaşananlar göstermiştir ki, bu bir birleşme ya da bütünleşme değildir. Olamazdı da. Çok açık ki Sayın Kurtulmuş ve bir kısım arkadaşlar, Halkın Sesi’nin programını terk edip AKP’ye katılacaklar. Bunca söylenen sözler boşmuş; iki yıldır çoluk çocuğunun nafakasından kesip partimizi açık tutmaya çalışan teşkilat mensuplarımız sadece bir araç, atlama tahtası konumuna düşürülüştür. Hala Sayın Kurtulmuş’a inanıp birlikte gitmek isteyecekler elbette olacaktır. Bu arkadaşlarımızın da AKP’nin kapısında istiskal edileceğinden hiç kuşku yoktur.
Kurucu üyelerimizi kongreye gelmeye ve Halkın Sesi’nin susmaması için oy kullanarak bu oyunu açığa düşürmeye davet ediyoruz.
Saygılarımızla.

Prof. Mehmet BEKAROĞLU                                                   Prof. Dr. Zeki KILIÇASLAN
Kurcu, Genel Başkan Yardımcısı                             Kurucu, Genel Başkan Yardımcısı

Prof. Dr. Cihangir İSLAM                                                      Prof. Dr. Cem SOMEL
Kurucu, GİK Üyesi                                                                Kurucu, GİK Üyesi

Prof. Dr. M. Hayri KIRBAŞOĞLU
Kurucu, Danışma Meclisi Üyesi      

26 Ağustos 2012 Pazar

 "HAS PARTİYİ KAPATMAK İSTEYEN ASLINDA BEKAROĞLU" DİYE ANLATILAN KARA PROPANGANIN ESASI OLAN KONUŞMADIR !

 
Mehmet Bekaroğlu
Halkın Sesi Partisi
GİK Toplantısı
14 Temmuz 2011 Ankara
Sayın Genel Başkan, Değerli Arkadaşlar,
Halkın Sesi Partisi’nin bugüne kadar söylediklerini, kuruluş manifestomuz ve seçim beyannamesini esas alarak, satırbaşları ile hatırlatarak konuşmama başlıyorum.           

1. Siyaseti insanların eşitliği ve özgürlüğü temelinde yapıyoruz. 

              İnsanlar eşittir, hiç kimse diğerinden üstün ve imtiyazlı değildir. Siyaset anlayışımız, tüm insanları siyasi haklara sahip, hür ve eşit bireyler olarak görür ve bu özellikleri haiz yurttaşı ve onların oluşturduğu toplumu güçlendirmeyi amaçlar. İnsan ve insan hakları, partimizin siyaset anlayışının temelini oluşturur.
            İnsan, ırkı, rengi, cinsiyeti, dili, dini, mezhebi, düşüncesi, memleketi ve sosyal konumu, ekonomik durumu ne olursa olsun “eşref-i mahlûkat”tır. Dolayısıyla asıl olan insanın bizzat kendisidir. İnsan, piyasadan da, devletten de önceliklidir.
            Her insan, insan olması hasebiyle haklara; can ve mal güvenliğine, düşünce ve inancını ifade, barınma, sağlık, sosyal güvence, eğitim, istihdam hak ve özgürlüklerine sahiptir. Hak ve özgürlüklerin kullanılmasında sınırlarımız; iftira, hakaret, şiddete başvurulması, ırkçılık ve ayrımcılık yapılmasıdır. Partimiz hayatın her alanındaki şiddeti, ırkçılığı ve ayrımcılığı lanetler ve bunlara karşı mücadele eder.

  2. Demokrasi anlayışımızın temelinde çoğulculuk vardır.

             Demokrasi, belirli aralıklarla seçimlerin yapılmasından ibaret değildir. Yurttaşların, toplumsal ve siyasal süreçlere söz, yetki ve kararlarıyla katılması demokrasinin temel ilkesidir.
             Ülkenin başta güvenliği, dış politikası ve ekonomisi olmak üzere hiçbir stratejik alanı, siyasetin ve dolayısıyla yurttaş iradesinin belirleyiciliğinden soyutlanamaz. Yeni Türkiye’de böyle bir siyaset anlayışı yürürlüğe konacak, toplum adına söz söyleyecek ve karar verecek yegâne merci, siyaset kurumunun kendisi olacaktır.
            Bu kapsayıcı yeni siyaset anlayışının yürütüleceği ve asla ayrılmayacağı çerçeve ise hukuk ve adalettir. Hayatın her alanına yayılmış siyasi çabanın nihai amacı, hukuk ve adaletin gerçekleşmesi; hukukun amacı ise insanın eşitliğini ve muhteremliğini güvence altına alan adaletin teminidir.
            Bugün Türkiye’de siyaset, bir ekonomik çıkar ve tahakküm aygıtı olarak kullanılmaktadır. Bizim tasavvurumuzdaki Türkiye’de siyaset, bir zenginleşme aracı olarak kullanılamayacağı gibi başkaları üzerinde tahakküm kurma ya da kamusal süreçler aracılığıyla topluma şekil verme uğraşısı da olmayacaktır.

3. Türkiye halkına sözümüz       

Siyasetimizi icra ederken insanlık tarihi boyunca her toplumda görülen ve insanlık onuru için mücadele edilmesi gereken üç bozulmaya karşı duracağımızı beyan ederiz:
- Siyasal iktidarı, devlet erkini, kamu kudretini “bizden olmayanlar”, bizim gibi inanmayanlar, bizim gibi yaşamayanlar, bize oy vermeyenler, bize muhalefet edenler, hatta bizimle mücadele edenlere karşı bir tahakküm ve dayatma aracı olarak kullanmayacağız. Çünkü siyasal vekâlet bir emanettir, emanete asla ihanet etmeyeceğiz.
- Kamu kaynaklarını, devlet malını bizden yana olanlara, bizi destekleyenlere, bizimkilere aktarmayacağız. Bizim hırsızımız olmayacak ve hırsız bizdendir diye asla korunmayacaktır.
- Başta dini inançlar ve medeniyetimizin değerleri ile tarihi birikimimiz olmak üzere, insanlığın evrensel doğrusularından olan hiçbir değer, ilke ve kuralı kendimizin, yakınlarımızın, yandaşlarımızın, destekçilerimizin çıkarları için kullanmayacağız. Bu değerler üzerinden bir iktidar üretmeyeceğiz.

4. Ahlak anlayışımız 

Bizim bireysel, kurumsal ve sisteme ilişkin genel ahlak anlayışımız ise şu temel ilkelere dayanır;
İnsanın kendisine, diğer insanlara, doğaya, Yaratıcı’ya ve gelecek kuşaklara karşı sorumluluk içinde olduğu bilinciyle davranması, geniş ufuklu ahlak anlayışımızın özünü meydana getirmektedir. Kim bir iyilik yaparsa kendine, bir kötülük yaparsa yine kendine yapmış olur ilkesine dayalı bir ahlak anlayışını benimsiyoruz. Bu anlamda ahlakla ilgili şu ilkelere bağlıyız:
- Kendin için istediğini başkası için de istemek.
- Kendine yapılmasını istemediğini başkasına yapmamak.
- Başkasına yapılan kötülüğü kendine yapılmış saymak.
- Kim olursa olsun, zalime karşı, mazlumun yanında olmak.
- Kendisinin ve yakınlarının aleyhine de olsa hak ve adaletten ayrılmamak ve doğru tanıklık yapmak
Bu değerleri sadece bireysel planda benimsemekle kalmayıp siyasetimizde ve sistemin inşasında esas olarak kabul etmekteyiz. Bunun için de şeffaf, hesap verebilir, yurttaşın denetimine açık, bilgi ve karar alma süreçlerinin demokratikleştiği bir sistemin vazgeçilmez olduğu ortadadır.

 5. Devlet anlayışımız

            Partimizce devlet, marufun yaşanması ve kamusal değerin üretilmesi için insanlar tarafından oluşturulmuş bir siyasal/tarihsel ve hukuki organizasyon olarak görülür ve beşeri olması hasebiyle hiçbir kutsiyete sahip değildir. Devlet, araçsal bir kurum olduğu için asıl olan insan ve toplumun kendisidir. Devlet, insanın toplum tarafından kuşatılarak yok edilmesine müsaade etmeyeceği gibi insan-aile ve toplum dengesini korumak da devletin asli ve birincil fonksiyonudur. 
Devlet, zenginlerin fakirleri, güçlülerin güçsüzleri, çoğunluğun azınlığı, organize olanların olmayanları tahakküm altına almaları veya sömürmeleri için bir araç olamaz.
            En geniş anlamda devletin varlık nedeni, insanı kuşatan ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel ve ideolojik engellerin kaldırılarak insanın ve toplumun özgürleştirilmesi; hak ve özgürlüklerin soyut birer hukuki statü olmaktan çıkartılarak yapılabilir ve gerçekleştirilebilir durumlar haline getirilmesi ve toplumsal yapının adalet ile kaim bir şekilde korunması ve güvenliğinin sağlanmasıdır.
            Devlet, hiçbir dinin, dilin, mezhebin, felsefi düşünce, dünya görüşü ve ideolojinin taşıyıcısı, koruyucusu, yerleştiricisi ve tarafı olamaz. Devlet, herkese ve her kesime karşı eşit mesafede ve hakem olmak zorundadır.
            Devlet, herhangi bir dinin inanç, ibadet ve vecibeleri ile eğitim, öğretim ve öğrenimini icbar etmez. Dinin inanç, ibadet ve vecibelerini yerine getirme özgürlüğü ile serbestçe eğitim, öğretim ve öğrenim hakkını yasaklayan veya kısıtlayan kural da koyamaz.

6. Ekonomi Politiğimiz

 Bütün insanlar varlık âlemindeki nimetlerin eşit ortağıdır.
Kaynakların sınırlı ihtiyaçların sonsuz olduğu büyük bir yalandır.
Sorun, kaynakların sınırlı olması değil ihtirasların fazlalığı ve israftır.
Devlet, iktisadi birikim aracı olamaz. Devletin iktisadi temel amaç ve vazifesi, sosyal refaha aracılık etmek ve yardımcı olmaktır.
            Bize göre herhangi bir ekonomi politikası veya kamu uygulamasının büyümeden ziyade sosyal refah üzerindeki etkisi önem taşımaktadır. Her büyüme kendiliğinden ve zorunlu olarak sosyal refahı artırmadığı gibi, birçok büyüme deneyimi sosyal refah kaybı pahasına gerçekleşmektedir.
Yoksulluk, salt ekonomik araç ve aygıtlardan yoksun olmakla sınırlı olmayıp topluma etkin bir şekilde katılımı engelleyen her durum da yoksulluktur.
Yoksullukla mücadele, piyasa dinamiklerine, ekonomik konjonktüre, büyüme sürecine ve yardıma muhtaç bırakan ekonomiye bırakılmayacak kadar hayati bir konudur.
            Ekonomik etkinlik ile adalet ilkesinin çeliştiği noktalarda, kamu kudretinin tercihi adaletten yana olmalıdır. Adalet, hiçbir amaç ve gerekçeyle terk edilmez ve ötelenemez. Ekonomik gerekçelerle ilerde elde edilecek daha yüksek düzeyde adalet gayesiyle mevcut durumda adaletten taviz vermek (ötelenmiş adalet anlayışı)  en büyük adaletsizliktir.
            Devlet emek ile sermayenin pazarda karşı karşıya geldiği ortamda, zayıf olan emeği koruyucu önlemler almak zorundadır.
            Servetin, değerin ve ederin temel kaynağı ne üretim ne piyasa ne marjinal fayda ne de emektir. Servetin, değerin ve ederin kökeni toplumdur. Üretilen üründe bize göre nimet, emek, bilgi asli faktör; sermaye ikincil faktördür. Ürün, bu faktörler arasında katkıları oranında pay edilmelidir. Burada taraflardan emek, akıl (bilgi) ve sermaye bellidir, paylaşımda paylarını almaktadırlar; ancak nimet payını kimler alacak ve nasıl hesaplanacak?
Nimetler herkese ait olduğundan şu veya bu nedenle asgari ihtiyacı karşılanamayan tüm insanların; çalıştığı halde asgari ihtiyacını karşılayamayanlar, iş bulamadığı için veya özürlü olduğu için çalışamayanlar bu gurupta yer alır, bir başka ifadeyle bu pay tüm yoksullara aittir ve bu pay tüm yoksulların insan onuruna yaraşır asgari ihtiyaçlarını karşılayacak büyüklükte olmalıdır.
            Dolayısıyla üretim sürecinde yer almasına bağlı olmaksızın, toplumda üretilen refahtan ve var olan servetten tüm toplum bireyleri pay sahibidir.  Her vatandaş, içinde yaşadığı toplumun standartlarına uygun olarak insanca yaşama hakkına sahiptir.
            Hiç kimse mülkiyet, miras ve sözleşme hakkından mahrum bırakılmaz. Mülkiyet hakkı, başka insanları ve tabiatı tahribi de içeren bir sınırsız hak değildir. Hiç kimse içinde yaşadığı topluma, çevreye ve doğaya zarar vererek zenginleşemez.
Devletin görevi,  servetin, herhangi bir üretim sürecine konulmaksızın belli eller arasında dönüp dolaşan bir tahakküm aracı olmaktan çıkartılması ve sosyal refah için kullanılması yönünde gerekli önlemleri almasıdır.
            Kamunun getireceği mali kamusal yükümlülükler sahip olunan gelir ve servete mütenasip olmak zorundadır. Herkesin gelir ve servetiyle doğru orantılı olarak kamusal mali yükümlülük üstlenmesi zorunludur.
            Para, çevre, doğal kaynaklar ve emek gibi tabiatı icabı meta olmadığı için piyasa konusu edilemeyen şeylerin değeri piyasada adalete uygun bir şekilde belirlenemez. Aynı şekilde kamusal nitelikleri tartışılmaz olan eğitim, sağlık ve güvenliğin de piyasa tarafından etkin ve eşitlikçi bir şekilde üretilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla bunların değerinin piyasa güçlerinden ziyade kamu otoritesinin adaleti temin eden girişimleri tarafından belirlenmesi kaçınılmaz bir zorunluluktur.
            Sonuç itibariyle partimizce ekonomi politikası düzenlenirken, kaç kişinin açlık ve yoksulluk sınırının üzerine çıkartıldığı, kaç kişiye iş/istihdam sağlandığı, kaç kişinin kendi işinin sahibi haline getirildiği, kişiler arası gelir ve servet dağılımının ne kadar yakınlaştığı gibi sorular temel ölçüt olarak kullanılacaktır.

7. Hülasa

            İlk ve son cümlemiz nedir, nihayetinde ne diyoruz; insanı, aileyi, toplumu, devleti, piyasayı, uluslar arası ilişkileri hangi cümle içinde değerlendiriyoruz?
Biz, insanın eşitliğini, kutsallığını ve muhteremliğini esas alan bir heyetiz. Bütün insanları Hz. Âdem’in evlatları olarak görüyoruz. Aralarında hiçbir ayırım kabul etmiyoruz.
İnsanların ekmeğini ve hürriyetini teminat altına almak siyasetimizin varlık nedenidir.  Onların söz, yetki ve karar hürriyetleri asla ellerinden alınamayacak. İnsanlara bunu taahhüt ediyoruz. Bunun dışındakiler; daha iyi yollar, daha iyi okullar, daha iyi hastaneler takatimizle mukayyettir. Gökten yağmur indikçe, yerden nebat bittikçe, yani takatimiz arttıkça bunları da adaletle ve mümkün olan en iyi şekilde yerine getireceğiz. Ancak şunu tekrar tekrar taahhüt ediyoruz. Hiç kimse rızık endişesi ve istikbal korkusuyla kimsenin önünde eğilmeyecek, kimseye kulluk etmeyecektir. Bu bizim itikadımızdır. Bu itikadımızı hiçbir güç bozamaz.
Her şey; iç ve dış politika, bu prensip etrafında dönecek, asla bu prensibin dışına çıkılmayacaktır.
Çift dil ve çift gündemimiz olmayacak, sizlerin dışınızda hiç kimseyle gizli bir ittifakımız olmayacak, halkımızın dışında hiçbir güç odağına dayanmayacağız. 
Bugüne kadar insanları köleleştiren sistemlerle mücadele edenler, farklı inanç, felsefe, değer yargıları ile hareket ettiler. Şimdi burada birleşiyoruz, kula kulluğa, sömürüye, adaletsizliğe karşı çıkanlar bu partide, bu çatı altında güçlerini birleştiriyor. Buna inanan bütün insanları burada, bu çağrı etrafında toplanmaya davet ediyoruz.
 Has Parti bunları söyledi; insanların eşitliğini, özgürlüğü ve adaleti savundu. Doğrudur; bunları etkili şekilde ifade etmek için zaman ve imkân sorunu vardı. Doğru olan bir başka şey de; içinden geçmekte olduğumuz şartların seçmeni bu söylemlere kapatmış olmasıydı. Bütün bunlara rağmen sözlerimizin seçmene ulaştığını biliyoruz. İnsanlar bizim farklı olduğumuzu; yüksek idealler uğruna siyaset yaptığımızı duydu. Duydu ama itibar etmedi, herkes “iyisiniz” dedi ama çok azı oy verdi.
Hiç kuşku yok ki hiç birimiz uçmuyordu, hepimiz yüksek oranlarda oy almayacağımızı biliyordu. Ancak yine hiç birimiz yüzde 1’in altında oy alacağımızı düşünmüyordu.
Has Parti gibi bir partinin yüzde 0,76 oranında oy alması tam bir hayal kırıklığıdır. Bu hayal kırıcı sonucun partinin eksiklikleri açısından nedenlerini elbette konuşmak gerekir. Ancak buna geçmeden bu sonucun toplum açısından anlamı üzerinde durmak gerekir.
Bu seçimde toplum mevcut durumu tek veri olarak kabul ederek seçimini yapmıştır. Geleceği hesap etmemiş, hiçbir istisna ve ihtiyat payına yer vermemiştir. Anlaşılır olsa bile bu durum bir toplum için sağlıklı bir davranış değildir. Liderler seçim meydanlarında alabildiğine bağırıp çağırarak toplumu kutuplaştırdı, kamplara ayırdı ve seçmenin tamamı bunların belirlediği saflarda toplanarak oy kullandı. Seçmenin tamamı “maslahat” için oy verdi, “yüksek idealleri” hiç kimse görmedi, millet “vicdan şubesi”ni adeta kapattı. Tarih bilgimizi yokladığımızda görüyoruz ki böyle durumlar çok azdır. Bu durum, bildiğimiz konvansiyonel siyaset yolu ile aşılamaz. O nedenle benim de aralarında bulunduğum bazı arkadaşlar, siyasi parti çalışmalarına ara verip toplumsal muhalefeti yeniden ve farklı araçlarla kurmanın daha doğru olacağını savundu.
Anlaşılan o ki Sayın Genel Başkan dâhil heyetinizin çoğunluğu siyasi faaliyetlere devam etmeden yanadır. Eğer siyasi faaliyetlere devam kararı alıyorsak o zaman “Nasıl devam edeceğiz?” sorusunu sormak durumundayız. Bu, alınan sonucun iç/bizden/partimizden kaynaklanan nedenlerini de tartışmak anlamına gelir. Ben ve kapatmadan yana olan diğer arkadaşlar, “Niçin kapatmalıyız?” üzerinde durduğumuz için “Nasıl devam edeceğiz?” konusuna hiç girmedik.
Şimdi ben kendi adıma “Nasıl devam edilir?” sorusuna cevap vereceğim. Öncelikle ifade etmeliyim ki, Sayın Genel Başkanımız seçim konuşmalarında defalarca süpermarketin rafları gibi olmadığımızı söylemesine rağmen, buradan bu soruya çok farklı cevaplar çıkacaktır. Bu da normaldir, hatta gereklidir. Bence bu farklı cevapları burada açıkça konuşalım, söylenmedik tek söz kalmasın. Bu müzakerenin sonunda yine ortak sonuçlara ulaşabiliyorsak devam edelim.
Hiç kuşku yok ki, bu müzakerelerin sonucunda alınacak karara yine itiraz edip yolunu ayıracak arkadaşlar olabilir. Bu da gayet normal bir şeydir. Bu müzakereler sonucunda oluşacak karara itiraz eden arkadaşların bunu niçin yaptıklarını bileceğimiz için onlara kimse “hain, arkadan hançerleyenler” diyemeyecektir.
Toplantı adabı konusunda da bir uyarı yapmak istiyorum; burada çok önemli bir konuda müzakere yapıyoruz; hiç kimse hiçbir baskı altında kalmamalı, herkes düşüncesini özgürce ifade etmeli. Konuyu tartıştığımız son iki GİK toplantısında konuşmacılara sürekli salondan müdahaleler geldi, sanki örgütlenmiş gibi insanlar oturdukları yerden sürekli laf attılar, toplantıyı yöneten Sayın Genel Başkansa bu duruma müdahale etmedi. Bunlar doğru değil. Herkes toplantı adabına uygun şekilde dinlemeli ve söz aldığında da her şeyi açık açık konuşmalıdır.
Değerli Arkadaşlarım, olgun bir heyet olduğumuzu gösterelim. Burada öyle bir konuşalım ki sonunda herkesin dediği anlaşılsın, ayrılanlar olursa kimse kimseye “hain” demesin, diyemesin, insanlar helalleşerek yollarına devam etsin.
Arkadaşlar, bir daha ifade ediyorum, şimdi sıralayacağım sorunların tamamını aşmış olarak seçime girmiş olsak bile bu seçimde alacağımız sonuç çok farklı olmayacaktı, belki yüzde bir buçuk olurdu ki bu bile benim eşik değerim olan bir milyon oyun altındadır.
Yine de siyasete devam edeceksek mutlaka aşağıda sıralayacağım radikal kararları almak zorundayız. Aslında seçimden kabul edilebilir bir sonuç almış olsak da bunları konuşacaktık; nitekim Sayın Genel Başkan’la seçim sırasında 13 Haziran’dan itibaren partinin adeta yeniden kurulması gerektiğini defalarca konuşmuştuk.

 Söylem                                                                                            

Konuşmamın başında bizlerin nasıl bir manifestoya imza attığımızı ana başlıkları ile ifade ettim. Biz, insanların eşitliği – ki bunu haklarda eşitlik, nimetlerin paylaşımında eşit ortaklık diye tarif ediyoruz- temelinde siyasal ve ekonomik sistemi değiştireceğimizi, dünya ile ilişkilerimizi de bu ilke üzerine kuracağımızı söylüyoruz. Ben bu söyleme inanmaya devam ediyorum; Manifestomuzun sonundaki şu sözlere bütün kalbim ve varlığımla inanıyorum:
“İlk ve son cümlemiz nedir, nihayetinde ne diyoruz; insanı, aileyi, toplumu, devleti, piyasayı, uluslar arası ilişkileri hangi cümle içinde değerlendiriyoruz?
Biz, insanın eşitliğini, kutsallığını ve muhteremliğini esas alan bir heyetiz. Bütün insanları Hz. Âdem’in evlatları olarak görüyoruz. Aralarında hiçbir ayırım kabul etmiyoruz.
İnsanların ekmeğini ve hürriyetini teminat altına almak siyasetimizin varlık nedenidir.  Onların söz, yetki ve karar hürriyetleri asla ellerinden alınamayacak. İnsanlara bunu taahhüt ediyoruz. Bunun dışındakiler; daha iyi yollar, daha iyi okullar, daha iyi hastaneler takatimizle mukayyettir. Gökten yağmur indikçe, yerden nebat bittikçe, yani takatimiz arttıkça bunları da adaletle ve mümkün olan en iyi şekilde yerine getireceğiz. Ancak şunu tekrar tekrar taahhüt ediyoruz. Hiç kimse rızık endişesi ve istikbal korkusuyla kimsenin önünde eğilmeyecek, kimseye kulluk etmeyecektir. Bu bizim itikadımızdır. Bu itikadımızı hiçbir güç bozamaz.
Her şey; iç ve dış politika, bu prensip etrafında dönecek, asla bu prensibin dışına çıkılmayacaktır.
Çift dil ve çift gündemimiz olmayacak, sizlerin dışınızda hiç kimseyle gizli bir ittifakımız olmayacak, halkımızın dışında hiçbir güç odağına dayanmayacağız. 
Bugüne kadar insanları köleleştiren sistemlerle mücadele edenler, farklı inanç, felsefe, değer yargıları ile hareket ettiler. Şimdi burada birleşiyoruz, kula kulluğa, sömürüye, adaletsizliğe karşı çıkanlar bu partide, bu çatı altında güçlerini birleştiriyor. Buna inanan bütün insanları burada, bu çağrı etrafında toplanmaya davet ediyoruz.”
 Şimdi size soruyorum kıymetli arkadaşlarım, bu sözlere, başta Genel Başkan olmak üzere, hepimiz inanıyor muyuz, bu sözler bizim itikadımız mıdır? Evet, bence rakiplerimiz ve seçmenin çoğunluğu bu sözlerimizi duydu. Rakiplerimiz bu sözlerden çok korktu, seçmense “Ben maslahatın peşinde gidiyorum, bu sözleri dinleyecek durumda değilim” dedi. Peki, sizler ne diyorsunuz bu sözlere?
Kimse kusura bakmasın; Genel Merkez dâhil teşkilatlarda birçok insanın bunları tam anlamıyla içine sindirmediğini gördüm. Arkadaşlar, şunu kabul edelim ki, teşkilat mensuplarımızın bir kısmı partimizi AK Parti’yi ikame edecek bir parti olarak gördü. Birçoğumuz Ak Partililer tarafından yaygınlaştırılan “Şimdi değil, bir daha sefere” sözünü çok sevdi. O nedenle çalışmadı, bir daha seferi bekledi.
Siz de şahit olmuşsunuzdur, ben İstanbul’da teşkilatlarımızın topladıkları parayı bile harcamayıp seçimden sonraki masraflar için ayırdığını gördüm. Bu arkadaşlarımızın çoğu partimizin manifestosunu okumamışlardı, okuyanlar da bunlara sadece parlak sözler olarak bakıyordu.
Teşkilat mensuplarımızın bir kısmı ise Has Parti’ye “Milli Görüş’ün yeni versiyonu” olarak bakıyordu. Bu arkadaşlar seçim boyunca en etkili tanıtım çalışmamız olan 1 Mayıs etkinliklerine katılmayı bir sapma olarak gördüler, bunu sabote etmek için ellerinden geleni yaptılar. Olmayınca da her tarafta “Bekaroğlu, Kutlu Doğum Haftası etkinliklerine en son ne zaman katıldı, bilen var mı?” diye tezvirat yaptılar.
Hala ve burada bile bu tezviratlar devam ediyor. Açık konuşacağız arkadaşlar. “Kılıçarslan’ı çok sevdik, Cem Somel’i tanımaktan çok memnunuz ama bu sol görüntü, bu Müslüman sol işi bizi yıktı” diyenler var. Bu ikiyüzlülüktür ve ayıptır. Arkadaşlar, sözümüz, manifestomuz, orada duruyor, hepimiz imzaladık ve kurucu olduk. Bu sözler sol mu, bu sözler Müslüman sol mu, işte orada duruyor ve hepimiz okuyoruz.
Biraz evvel ifade ettim, ben bu sözlere inanıyorum. Bana göre söylem konusunda bir sorun yok. Şimdi burada, bu yetkili kurulda öncelikle bu sözler tartışılsın. Bu partinin söyleminin bu olduğuna tekrar karar verilirse diğer sorunları konuşmaya devam edelim. Ben hayatımı bu söylemlerin üzerine kurdum, bu sözler benim itikadımdır ve asla itikadımdan dönecek değilim.
Eğer partinin söylemi bunlar olmayacaksa ben bu partide yer almam. O zaman devam edenler yeni söylemi tartışırlar. Ben de bu söylemlerle beraber bu partiden giderim. Açık açık konuştuğumuz için de kimse bana “hain” diyemez. Zeki Kılıçarslan, Cem Somel ve diğer arkadaşlar tabi kendi kararlarını verirler ama bu söylem onlarla yıllardan beri konuştuğumuz sözlerle çok örtüşüyor, üstelik o zaman biz bu sözler için ne “sol” ne de “Müslüman sol” yakıştırması yapıyorduk.
Burada söylem ve nasıl bir parti konusunda birkaç söz daha söylemek istiyorum. Arkadaşlar, Ak Parti taklidi ve yeni Milli Görüş partisi siyaseten de anlamsızdır. Çünkü Milli Görüş’ün tek temsilcisi olduğunu söyleyerek oy isteyen Saadet Partisi orada durmaktadır, nostaljik takılanların adresi Saadet Partisidir. Yine Ak Parti de orada duruyor; niçin taklidine itibar edilsinki! Kaldı ki bugün Ak Parti geleneksel Milli Görüş söyleminde ne varsa onu yapmaktadır. Bana göre Milli Görüş’ün nostaljik temsilcisi Saadet’tir ama Milli Görüş’ün günümüzdeki siyasi temsilcisi Ak Parti’dir. Çünkü Ak Parti, maddi kalkınmadan lider ülkeye, manevi kalkınmadan İslam birliğine kadar Hoca’nın tüm hayal ettiklerini gerçekleştirmiştir. Neticede, İslamcılığın Milli Görüş versiyonu Müslümanların iktidarını amaçlamıyor muydu; işte Müslümanların iktidarı ve işte üretilen abdestli kapitalizm!

 Stratejimiz

Değerli arkadaşlar, bizim durumumuz nedir; bir şey mi olmak istiyoruz, bir şeyler mi yapmak istiyoruz? Bu soruya herkesten önce Sayın Genel Başkan cevap vermeli. Seçimde arkadaşlarımız “Hükümet yorulmuş, Başbakan Kurtulmuş” sloganı attılar. Yani “Ak Parti yıpranıp gidecek biz geleceğiz” mi diyoruz? Bakın, böyle bir şey yok, Hükümet yorulmuş filan değil. Yorulsa da bu halimizle biz gelemeyiz. Kaldı ki, Ak Parti’yi ikame edecek bir Has Parti’nin bir anlamı yok.
Şuna karar vermeliyiz: Biz iktidara bir an evvel gelmek isteyen, ille de bir şeyler olmak isteyen bir heyet miyiz yoksa Türkiye’nin siyasal ve ekonomik düzenini, eşitlik ve adalet ilkeleri çerçevesinde değiştirecek, devrimci, ideolojisi ve iddiaları olan bir siyasi ekip miyiz? Herkesin Numan Kurtulmuş’u seviyor ve beğeniyor olması güzel de bu bizi nereye götürecek? Böyle yürünmez. Bir siyasi partinin programının beğenenlerin olduğu kadar beğenmeyenleri de olmalı; ne dediğimizi herkes anlamalı, bizi destekleyenler de bize karşı çıkanlar da olmalı.
“Siyasi çizgimiz nedir, bir siyasi yelpazenin neresinde duruyoruz?” sorusu önemli. Bazı arkadaşlarımız, Milli Görüş çizgisinden uzaklaştığımızı, sola kaydığımızı söylüyorlar. Bence bu doğru değil; biz ne Milli Görüş’ü tekrarlıyoruz ne de bilinen sol partilerden biriyiz. Bana kalırsa sorun, net, açık ve köşeli konuşmamamız, hiç kimseyi darıltmama gayreti ile kelimeleri eğik bükmemizdir. Ortaya eleştiriler yapıyoruz, kime Firavun, kime Karun, kime Bel’am dediğimiz belli olmuyor, devleti birikim aracı olarak kullananları teşhir etmiyoruz. Böyle olmaz, böyle yürünmez; açık konuşmalıyız, neye karşı olduğumuzu, neyi getirmek istediğimizi açık açık söylemeliyiz.

 Kadro  

Bana göre partimizin en başta gelen sorunu personelin, en azından personelin bir kısmının bu söyleme inanmaması, bir kısmının da bu söylemle uyumlu şekilde davranmaması, bu söyleme uygun olmamasıdır. Mesela; “Karunlaşmayacağız”, yani “kamu kaynaklarını, bizden yana olanlara, bizi destekleyenlere, bizimkilere aktarmayacağız” diyoruz ama devlet ihalesi kovalayan, bunun için yöneticilere yakın duran, hatta onların adamı olarak tanınan teşkilat mensuplarımız var. Dahası bu kaynakların partiye aktarılmasında hiçbir sakınca görmeyen, “keşke bir il belediyemiz olsaydı da bu maddi sıkıntıları yaşamasaydık” diyen insanlar var.
Sözümüzle yaptıklarımızın örtüşmesi gerekir. İşte size niçin böyle bir sonuç aldık sorusunun cevabı. Söylemlerimiz sekülerleşti, sola kaydık diyen arkadaşlara selam olsun. Ben anormal derecede maneviyatçıyım. Özü sözü bir olmayanlara Allah’ın yardımı gelmez, Allah’ın rahmeti ve bereketi temiz yerlere iner. Âlemlerin Rabbi son gece bir milyon seçmenin kalbini bize yönlendirebilirdi. Yönlendirmedi; çünkü biz bunu hak etmedik.
Sayın Başkanım, siz Diyarbakır’da bu ülkenin en kirli, en karanlık insanın elini sıktınız ve bu iş öyle hiç de tesadüfen olmadı. Şimdi size soruyorum; niçin Allah’ın rahmeti ve bereketi bizim yanımıza insin?
Firavunlaşmayacağız, öylemi? Firavun olmak için piramitler diktirmeye gerek yok; insanları küçümsüyorsanız, kendinizin özel olduğuna inanıyor ve öyle davranıyorsanız, makamlarınızı herkesten farklı olarak döşüyorsanız, kendinizin herkesten farklı unvanlarla anılmasını istiyorsanız, insanların telefonlarına çıkmıyorsanız… sizde Firavunluk hastalığı başlamış demektir. Kimse üzerine alınmasın ama aramızda böyle davranan insanlar var.
Bu durum, her şeyden önce ahlaki bir sorundur; ahlaki sorun da tüm sorunların önünde gelir. Güzel sözlerin söylenmesi önemli ama bundan önemli olan bu sözleri kimlerin söylediğidir.
Şimdi açıkça söylüyorum; eğer bu söylemlerle devam edeceksek arkadaşlarımızın tamamını bu söyleme uygun olarak seçeceğiz. Uygun olmayanlar gidecek ve niye gittiklerini herkes bilecek. Aksi takdirde özümüz ve sözümüz ayrı olur ki ben o zaman bu heyetin içinde yer almam. Yer almam, çeker giderim ve hiç kimse bana “hain” diyemez.

 İlişki biçimimiz: Hukukumuz

İnsanların eşitliğini temel alan bir siyasi heyetin arasındaki ilişki, eşitlik üzerine inşa edilmiş bir hukukla yürür. Evet, bir tüzüğümüz var, kurullarımız var ama ben ortada eşitlik üzerine bina edilen bir iç hukuk göremiyorum.
Son derece edepli ve nazik bir Genel Başkanımız var; Başkanımızın tek bir insana nezaketsizlik yaptığı görülmedi. Ama bu partide kimin neyi hangi kurala göre yaptığı belli değil. Birçok iş yapılıyor ama bu işler hangi hukuka göre yapılıyor, bilinmiyor. Örneğin; ben bu partinin insan haklarından sorumlu genel başkan yardımcısıyım, insan hakları ile ilgili bir basın açıklaması yapıyorum, bu açıklama tüm basın organlarında yer buluyor ama partimizin sitesine giremiyor. Bense bunun niçin böyle olduğunun hiç öğrenemiyorum.
Arkadaşlar, size soruyorum, biz bugüne kadar bir karar aldık mı? Aldığımız kararları nasıl alıyoruz? Tüzüğümüze yazdık, başta genel başkan olmak üzere birçoğumuz defalarca dile getirdik, adaylarımızı üyelerimize sorarak belirleyecektik. Evet, biliyorum, üye sayımız azdı, birçok yerde aday müracaatları yeterli değildi, ama adaylarımızı nasıl seçtiğimizi Allah aşkına birisi açıklasın. Mesela İstanbul’da tuhaf adamlar aday oldu, ben kulağımla bir adayın şu kadar para verdim aday oldum dediğini duydum. Bunların bir açıklaması, bir hesabı olmayacak mı?
Herkes gibi ben de Genel Başkanımızın en büyük imkânımız olduğunu biliyorum, genel başkanı öne çıkarmakla doğru yaptık. Ancak biri bana söylesin, seçmen bu partide genel başkandan başka kaç kişinin adını biliyor? Bu partinin ikinci, üçüncü adamı var mı, yedi ayda genel başkan yardımcılarının bir tek basın toplantısı yapmadığı bir parti olur mu? Görüntü çok kötü arkadaşlar; burada bir tek adam var, Numan Kurtulmuş ve bütün diğerleri onun için buradalar, her biri birer araçtır. Görüntü bu. Bu kabul edilemez, ben şahsen hiç kimsenin adamı, aracı olmam. Hiç kimse seçkin ve seçilmiş değildir; Sayın Kurtulmuş sadece genel başkandır, ben de onun arkadaşıyım, yardımcısıyım. Bunun dışındaki hiçbir ilişki biçimini kabul etmem. Bu ilişkinin de bir hukukunun olmasını isterim.
Bu partinin organları hangi zamanlarda toplanır, kararları hangi kurallara göre alır; yedi aylık uygulamalarımızda bu soruların cevabı yoktur.
Bu partinin herkesin bildiği çalışma usullerinin, hukukunun olması gerekir. Açıkça söylüyorum eğer işleyen bir iç hukuk yoksa ben bu partide durmam; durmadığım için de bana kimse “hain” diyemez.

 Finansman

Yine belgelerimizde yazdık ve her yerde söyledik; bu parti üyeleri tarafından belli usullere göre finanse edilecek bir parti olacaktı. Bunu bir türlü yapamadık, her yapma girişimimiz görülmez eller tarafından engellendi, zaman zaman “hani üyelerden gelen para” diye alay konusu yapıldı.
Defalarca sorduk, hala sormaya devam ediyoruz; bu parti nasıl finanse ediliyor, bugüne kadar kim kaç para verdi, bu paraların kaynağı nedir? Evet, önümüze bir yuvarlak hesap konuldu ama bu paranın nereden geldiği ve nerelere, nasıl harcandığı söylenmedi.
Ben bu partinin genel başkan yardımcısıyım; bu konulardan hukuki olarak da sorumluyum, ama neler olduğunu bilemiyorum. Birileri partinin sahibi gibi davranıyor. Parti çalışanları yüzümüze bakmıyor bile, sanki maaşlarını parti değil de bazı kişiler ödüyor gibi bir hava var, sanki partinin değil de onların çalışanları gibiler.
Bazı arkadaşlar çok para harcamışlar ve çok para harcadıklarından çok söz sahibi olduklarını sanıyorlar, öyle davranıyorlar. Önemli toplantılarda gündem bile değiştiriyor, beğenmediklerine hadlerini bildirebiliyorlar. Hadleri bildirilenler de az para harcadıklarından cevap haklarını bile kullanamıyorlar; Sayın Genel Başkansa cevap hakkı vermediği arkadaşlarının hukukunu korumuyor. Bu partinin koridorlarında şu kadar para harcadık, Genel Başkan’a şu hediyeleri aldık diye dolaşan insanlar var. Böyle olmaz, bunları kabul edemeyiz.
Arkadaşlar, bu partiyi imece usulü ve üyelerimizin aidatları ile finanse edemeyeceksek hemen bu işi bırakalım. Parayı verenin düdüğünün çalındığı partide işim olmaz, bu konu çözülmezse, bugüne kadar olduğu gibi işler bu şekilde yürütülmeye devam edilirse ben bu partiden ayrılırım ve bana hiç kimse “hain” diyemez.

 Çalışma şekli

Bu partinin bir yürütme kurulu var, bunların görev alanları ile ilgili bazı metinler hazırlandı ama pratikte kimin neyi hangi yetki ile yaptığı belli değil. Örneğin; ben insan hakları ve hukuk işlerinden sorumlu genel başkan yardımcısıyım. Burada insan hakları konusu belli ama “hukuk işleri”nin ne olduğunu ben bile anlamış değilim. Tanıtma, halkla ilişkiler ve diğer birimlerle ilgili de benzer durumlar var.
Sayın Genel Başkanımız, çoğu zaman hiçbir karar almadığımız yetkili kurul toplantılarından sonra bazı görevlendirmeler yapıyor, ne var ki çoğu zaman bu görevlendirmelerin hangi amaçla yapıldığı anlaşılmıyor, esasında görevler de yapılamıyor. Örneğin; Sayın Başkan, seçim beyannamesi için bir heyet görevlendirdi. Ancak çalışma usulleri, takvimi ve yetkileri belli olmadığından iş ortada kaldı. Sonra bendeniz, durumdan vazife çıkararak, parti üyesi olmayan bazı arkadaşlarla bir metin ortaya çıkarmaya çalıştık. Benzer durum birçok defa tekrarlandı. Sayın Başkanımız maalesef işleri delege etmiyor. Bazı görevler verse bile bunların takibi yapılamıyor ve çoğu zaman iş ortada kalıyor.
Sayın Başkanımızın “her şeyi ben mi yapacağım” diye yakındığına defalarca şahit oldum. Doğru da Sayın Başkan, bunun sebebi sizsiniz, bizi yönetemiyorsunuz, çalıştırmıyorsunuz. Sistematik bir istişare ve karar mekanizması maalesef tesis edilemedi. Her şeyi siz yapıyorsunuz, her şeyi siz söylüyorsunuz. Hiçbir zaman ortak akıl, ortak söz ortaya çıkmıyor.
Elbette bunlar teknik konulardır, istenirse halledilebilir ama ortada bir usul olmadığı için sıkıntılar çıkıyor. Eğer siyasi çalışmalara devam edeceksek çalışma usullerini tespit etmeliyiz; hangi genel başkan yardımcısının neyi yapacağı belli olmalı. Genel Başkan mutlaka yetkileri paylaşmalıdır. Burada önemli bir konu da harcama yetkisidir; verilen işin mutlaka bütçesi belli olmalı ve bu bütçeyi yetkili arkadaşımız kullanmalı.
Parti genel başkanının özel kalemi partinin en önemli organlarından biridir. Özel kalem, başta genel sekreter olmak üzere, yürütme kurulu ile koordineli çalışmalıdır. Genel Başkanımızın birçok kişi ile görüşüyor; elbette özel konular olabilir ama partinin işlerini konuşuyorsa, en azından tekrarlar ve yetki karmaşası olmaması için ilgili arkadaşın bunu bilmesi, hatta o arkadaşın genel başkanın yanında olması gerekir. Seçim öncesinde partimizin bazı görüşmeler yaptığını sağdan soldan duyduk; bana bir parti çalışanı partimizin iktidar partisi ile ittifak çalışmaları yaptığını söyledi. Bunlar kabul edilemez, bizim partimiz gibi büyük iddiaları olan bir partide böyle işler olamaz, olmamalı. Elbette herkesle görüşülebilir; ama bunu partinin yetkili organları bilir, en azından en kısa zamanda bilgi verilir.
Genel Başkanın yanında çalışan diğer personel ve korumalar da çok önemli; abartılı koruma tedbirlerine gerek yok, insanların hırpalanması, tuhaf görüntüler bize yakışmaz.
Arkadaşlar, bu parti kurulduğundan bu yana aramızda dargınlıkların, hatta düşmanlıkların ortaya çıktığının farkında mısınız? Kimse “yok öyle bir şey” demesin; bu partide gruplar oluştu, hatta her gün yeni gruplaşmalar oluşuyor. Ankara’dakiler İstanbul’dakileri, İstanbul’dakiler Ankara’dakileri suçluyor. Bunun nedeni, sorunları yetkili organlarda açık açık konuşmamaktır. Sayın Genel Başkan insanlarla ayrı ayrı görüşüyor, kime ne diyor bilemiyoruz. Bu doğru değil arkadaşlar. Biz sadece sıradan bir siyasi heyet olmamalıyız, aynı zamanda birbirlerine güvenen dostlar olmalıyız. Organlarda konuştuktan sonra niçin ayrıca konuşma ihtiyacı duyulur ya da organlarda hiç konuşmayıp genel başkanla özel konuşmanın anlamı nedir, Genel Başkan böyle bir şeye niçin izin veriyor?
Sayın Genel Başkanın, bizleri araçlar olarak gördüğüne dair ciddi endişelerim var. Mesela; genel sekreterimiz, bir başka merkez yürütme kurulu üyemiz ve bir GİK üyemiz partiden istifa ettiler. Bunların niçin istifa ettiklerini Genel Başkan’ın açıklaması gerekiyor. Arkadaşlarımızın niçin istifa ettikleri yerine nasıl istifa ettiklerinin dedikodusu yapılıyor, böyle olmaz. Bu açıklama yapılmadan hiçbir şey olmamış gibi davranılarak yola devam etmemiz mümkün değil. Eğer bir açıklama yapılmadan bunların yerine başkalarını koyuyorsanız, bu, insanlara araçsal olarak baktığınız anlamına gelir. O zaman birçok insan kendileri için de aynı şekilde davranılacağını, araç olarak görüldüklerini düşünür ki bu çok vahim bir şey. Sadece bu sebeple bile bu partiden ayrılanlar olur ve hiç kimsenin onlara “hain” deme hakkı olmaz.

Ancak yüksek volümlü bir siyasetle yol alınabilir

Yeni bir deneme yapma, bir süreliğine ne yapılabileceğini görmek olmaz. Bir daha ifade ediyorum; yüzde 0,76 oy oranı ile devam etmek çok zor, toplum böylesine bir siyasete şimdilik kapalı. Benim tercihim, siyasi partiyi kapatıp başka yöntemlerle sözlerimizi söylemeye devam etmektir. Ama devam ediyorsak bu şekilde olmaz. Klasik, konvansiyonel yöntemlerle bir yere gidemeyiz; başkalarının koyduğu gündeme takılıp basın açıklamaları ve salon toplantıları yaparak siyaset mümkün değil. Türkiye’nin ihtiyacı sokakta muhalefeti kuran bir partidir; fabrikada, tarlada, meydanda gündem oluşturan bir parti, söylediğini açık, net ve etkili söyleyen bir parti. Bunun denemesi olmaz; bunun planı, hazırlığı ve kolları sıvayarak uygulaması olur. Türkiye’nin her köşesinde her gün onlarca hak ihlali, haksızlık, adaletsizlik olmaktadır; Has Parti buralarda olmalı, muhalefeti buralarda kurmalıdır.
İstanbul’da seçim boyunca bunları yapmaya çalıştık, sorun alanlarına gidip müdahalelerde bulunmak istedik ama il başkanı ve gençlik başkanını ikna edemedik, adamlar bu işe inanmıyorlardı, bir de genel başkan yardımcısı filan tanımıyorlardı, hatta 1 Mayıs’ta genel başkanı bile dinlemediler.
Seçmenin durumu bir yana biz siyaset yapmadık, siyaset üretmedik; o nedenle bu sonucu aldık, o nedenle şimdi ne yapacağımızı bilemiyoruz. Siyaset iki cümle bulup bunu süsleyerek bir salonda partililere ifade etmek değildir. Bizim gibi ideolojisi ve iddiaları olan bir siyasi parti, örneğin esnafı örgütleyerek AVM’lerin karşısına dikilir, örneğin çiftçiyi örgütleyerek büyük çiftliklerin karşısına dikilir, örneğin mahalleyi örgütleyerek kent yağmacılarının karşısına dikilir. Hayır, arkadaşlar, üç sendika başkanını ziyaret etmek, iki tanesini genel merkeze getirmek siyaset değildir. Esas siyaset, çalışanları örgütleyerek işbirlikçi sendika başkanlarının karşısına dikmektir. Nükleer enerjiye karşı olmak elbette siyasi bir tutumdur, ama esas siyaset, insanları örgütleyerek Akkuyu’da nükleer santral karşıtı çadır kurmak ve orada günlerce kalmaktır.
Burada açıkça söylüyorum; beş altı ay daha aynı tarzda giderek dememe yapmak boşuna bir iştir. Böyle yaparsak beş altı ay sonra daha çok borçlu ve daha fazla yorgun oluruz, kapatırken birbirimizi daha çok kırarız, daha çok hainimiz olur. İyisi şimdi burada helalleşerek kapatıp gidelim.
Yok diyorsanız, Sayın Genel Başkanım, o zaman radikal bir operasyon gereklidir. Benim bunu yapacağımıza dair ikna olmam çok zor. Çünkü biz bunu sizden daha önce de istedik. Sanıyorum, 28 Kasım’da yaptığımız kongreden hemen sonra size verdiğimiz rapor arşivlerinizdedir. Ben o raporu yeniden okudum; orada neredeyse bugün söylediklerimizi yazmışız. Daha sonra da yine yazılı olarak “seçim stratejileri” başlığı ile benzer şeyleri rapor etmiştik, bu raporun da arşivlerinizde olması gerekir. Demem şu ki, Sayın Başkanım denedik olmadı, aynı şekilde deneyeceksek hiç yorulmayalım, yine olmaz.

 Özetleyecek olursak;

İdeolojimiz/söylemimizi yeniden konuşalım, eksiklikler varsa tamamlayalım. Söyleme uygun personel ve iş tutma şekli tespit edelim, aynı şekilde finansman konusunu yine söylemimize uygun şekilde çözelim. Bunları yaptıktan sonra yüksek yoğunlukta bir siyasetle yolumuza devam edelim. Bunlar mümkün olmuyorsa işi burada bırakalım. Oyalama istemiyorum, “yapıyoruz ya” lafını da duymak istemiyorum. Bunları hemen yapmalıyız.