foto: Eyüp KANAR

26 Ağustos 2012 Pazar

 "HAS PARTİYİ KAPATMAK İSTEYEN ASLINDA BEKAROĞLU" DİYE ANLATILAN KARA PROPANGANIN ESASI OLAN KONUŞMADIR !

 
Mehmet Bekaroğlu
Halkın Sesi Partisi
GİK Toplantısı
14 Temmuz 2011 Ankara
Sayın Genel Başkan, Değerli Arkadaşlar,
Halkın Sesi Partisi’nin bugüne kadar söylediklerini, kuruluş manifestomuz ve seçim beyannamesini esas alarak, satırbaşları ile hatırlatarak konuşmama başlıyorum.           

1. Siyaseti insanların eşitliği ve özgürlüğü temelinde yapıyoruz. 

              İnsanlar eşittir, hiç kimse diğerinden üstün ve imtiyazlı değildir. Siyaset anlayışımız, tüm insanları siyasi haklara sahip, hür ve eşit bireyler olarak görür ve bu özellikleri haiz yurttaşı ve onların oluşturduğu toplumu güçlendirmeyi amaçlar. İnsan ve insan hakları, partimizin siyaset anlayışının temelini oluşturur.
            İnsan, ırkı, rengi, cinsiyeti, dili, dini, mezhebi, düşüncesi, memleketi ve sosyal konumu, ekonomik durumu ne olursa olsun “eşref-i mahlûkat”tır. Dolayısıyla asıl olan insanın bizzat kendisidir. İnsan, piyasadan da, devletten de önceliklidir.
            Her insan, insan olması hasebiyle haklara; can ve mal güvenliğine, düşünce ve inancını ifade, barınma, sağlık, sosyal güvence, eğitim, istihdam hak ve özgürlüklerine sahiptir. Hak ve özgürlüklerin kullanılmasında sınırlarımız; iftira, hakaret, şiddete başvurulması, ırkçılık ve ayrımcılık yapılmasıdır. Partimiz hayatın her alanındaki şiddeti, ırkçılığı ve ayrımcılığı lanetler ve bunlara karşı mücadele eder.

  2. Demokrasi anlayışımızın temelinde çoğulculuk vardır.

             Demokrasi, belirli aralıklarla seçimlerin yapılmasından ibaret değildir. Yurttaşların, toplumsal ve siyasal süreçlere söz, yetki ve kararlarıyla katılması demokrasinin temel ilkesidir.
             Ülkenin başta güvenliği, dış politikası ve ekonomisi olmak üzere hiçbir stratejik alanı, siyasetin ve dolayısıyla yurttaş iradesinin belirleyiciliğinden soyutlanamaz. Yeni Türkiye’de böyle bir siyaset anlayışı yürürlüğe konacak, toplum adına söz söyleyecek ve karar verecek yegâne merci, siyaset kurumunun kendisi olacaktır.
            Bu kapsayıcı yeni siyaset anlayışının yürütüleceği ve asla ayrılmayacağı çerçeve ise hukuk ve adalettir. Hayatın her alanına yayılmış siyasi çabanın nihai amacı, hukuk ve adaletin gerçekleşmesi; hukukun amacı ise insanın eşitliğini ve muhteremliğini güvence altına alan adaletin teminidir.
            Bugün Türkiye’de siyaset, bir ekonomik çıkar ve tahakküm aygıtı olarak kullanılmaktadır. Bizim tasavvurumuzdaki Türkiye’de siyaset, bir zenginleşme aracı olarak kullanılamayacağı gibi başkaları üzerinde tahakküm kurma ya da kamusal süreçler aracılığıyla topluma şekil verme uğraşısı da olmayacaktır.

3. Türkiye halkına sözümüz       

Siyasetimizi icra ederken insanlık tarihi boyunca her toplumda görülen ve insanlık onuru için mücadele edilmesi gereken üç bozulmaya karşı duracağımızı beyan ederiz:
- Siyasal iktidarı, devlet erkini, kamu kudretini “bizden olmayanlar”, bizim gibi inanmayanlar, bizim gibi yaşamayanlar, bize oy vermeyenler, bize muhalefet edenler, hatta bizimle mücadele edenlere karşı bir tahakküm ve dayatma aracı olarak kullanmayacağız. Çünkü siyasal vekâlet bir emanettir, emanete asla ihanet etmeyeceğiz.
- Kamu kaynaklarını, devlet malını bizden yana olanlara, bizi destekleyenlere, bizimkilere aktarmayacağız. Bizim hırsızımız olmayacak ve hırsız bizdendir diye asla korunmayacaktır.
- Başta dini inançlar ve medeniyetimizin değerleri ile tarihi birikimimiz olmak üzere, insanlığın evrensel doğrusularından olan hiçbir değer, ilke ve kuralı kendimizin, yakınlarımızın, yandaşlarımızın, destekçilerimizin çıkarları için kullanmayacağız. Bu değerler üzerinden bir iktidar üretmeyeceğiz.

4. Ahlak anlayışımız 

Bizim bireysel, kurumsal ve sisteme ilişkin genel ahlak anlayışımız ise şu temel ilkelere dayanır;
İnsanın kendisine, diğer insanlara, doğaya, Yaratıcı’ya ve gelecek kuşaklara karşı sorumluluk içinde olduğu bilinciyle davranması, geniş ufuklu ahlak anlayışımızın özünü meydana getirmektedir. Kim bir iyilik yaparsa kendine, bir kötülük yaparsa yine kendine yapmış olur ilkesine dayalı bir ahlak anlayışını benimsiyoruz. Bu anlamda ahlakla ilgili şu ilkelere bağlıyız:
- Kendin için istediğini başkası için de istemek.
- Kendine yapılmasını istemediğini başkasına yapmamak.
- Başkasına yapılan kötülüğü kendine yapılmış saymak.
- Kim olursa olsun, zalime karşı, mazlumun yanında olmak.
- Kendisinin ve yakınlarının aleyhine de olsa hak ve adaletten ayrılmamak ve doğru tanıklık yapmak
Bu değerleri sadece bireysel planda benimsemekle kalmayıp siyasetimizde ve sistemin inşasında esas olarak kabul etmekteyiz. Bunun için de şeffaf, hesap verebilir, yurttaşın denetimine açık, bilgi ve karar alma süreçlerinin demokratikleştiği bir sistemin vazgeçilmez olduğu ortadadır.

 5. Devlet anlayışımız

            Partimizce devlet, marufun yaşanması ve kamusal değerin üretilmesi için insanlar tarafından oluşturulmuş bir siyasal/tarihsel ve hukuki organizasyon olarak görülür ve beşeri olması hasebiyle hiçbir kutsiyete sahip değildir. Devlet, araçsal bir kurum olduğu için asıl olan insan ve toplumun kendisidir. Devlet, insanın toplum tarafından kuşatılarak yok edilmesine müsaade etmeyeceği gibi insan-aile ve toplum dengesini korumak da devletin asli ve birincil fonksiyonudur. 
Devlet, zenginlerin fakirleri, güçlülerin güçsüzleri, çoğunluğun azınlığı, organize olanların olmayanları tahakküm altına almaları veya sömürmeleri için bir araç olamaz.
            En geniş anlamda devletin varlık nedeni, insanı kuşatan ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel ve ideolojik engellerin kaldırılarak insanın ve toplumun özgürleştirilmesi; hak ve özgürlüklerin soyut birer hukuki statü olmaktan çıkartılarak yapılabilir ve gerçekleştirilebilir durumlar haline getirilmesi ve toplumsal yapının adalet ile kaim bir şekilde korunması ve güvenliğinin sağlanmasıdır.
            Devlet, hiçbir dinin, dilin, mezhebin, felsefi düşünce, dünya görüşü ve ideolojinin taşıyıcısı, koruyucusu, yerleştiricisi ve tarafı olamaz. Devlet, herkese ve her kesime karşı eşit mesafede ve hakem olmak zorundadır.
            Devlet, herhangi bir dinin inanç, ibadet ve vecibeleri ile eğitim, öğretim ve öğrenimini icbar etmez. Dinin inanç, ibadet ve vecibelerini yerine getirme özgürlüğü ile serbestçe eğitim, öğretim ve öğrenim hakkını yasaklayan veya kısıtlayan kural da koyamaz.

6. Ekonomi Politiğimiz

 Bütün insanlar varlık âlemindeki nimetlerin eşit ortağıdır.
Kaynakların sınırlı ihtiyaçların sonsuz olduğu büyük bir yalandır.
Sorun, kaynakların sınırlı olması değil ihtirasların fazlalığı ve israftır.
Devlet, iktisadi birikim aracı olamaz. Devletin iktisadi temel amaç ve vazifesi, sosyal refaha aracılık etmek ve yardımcı olmaktır.
            Bize göre herhangi bir ekonomi politikası veya kamu uygulamasının büyümeden ziyade sosyal refah üzerindeki etkisi önem taşımaktadır. Her büyüme kendiliğinden ve zorunlu olarak sosyal refahı artırmadığı gibi, birçok büyüme deneyimi sosyal refah kaybı pahasına gerçekleşmektedir.
Yoksulluk, salt ekonomik araç ve aygıtlardan yoksun olmakla sınırlı olmayıp topluma etkin bir şekilde katılımı engelleyen her durum da yoksulluktur.
Yoksullukla mücadele, piyasa dinamiklerine, ekonomik konjonktüre, büyüme sürecine ve yardıma muhtaç bırakan ekonomiye bırakılmayacak kadar hayati bir konudur.
            Ekonomik etkinlik ile adalet ilkesinin çeliştiği noktalarda, kamu kudretinin tercihi adaletten yana olmalıdır. Adalet, hiçbir amaç ve gerekçeyle terk edilmez ve ötelenemez. Ekonomik gerekçelerle ilerde elde edilecek daha yüksek düzeyde adalet gayesiyle mevcut durumda adaletten taviz vermek (ötelenmiş adalet anlayışı)  en büyük adaletsizliktir.
            Devlet emek ile sermayenin pazarda karşı karşıya geldiği ortamda, zayıf olan emeği koruyucu önlemler almak zorundadır.
            Servetin, değerin ve ederin temel kaynağı ne üretim ne piyasa ne marjinal fayda ne de emektir. Servetin, değerin ve ederin kökeni toplumdur. Üretilen üründe bize göre nimet, emek, bilgi asli faktör; sermaye ikincil faktördür. Ürün, bu faktörler arasında katkıları oranında pay edilmelidir. Burada taraflardan emek, akıl (bilgi) ve sermaye bellidir, paylaşımda paylarını almaktadırlar; ancak nimet payını kimler alacak ve nasıl hesaplanacak?
Nimetler herkese ait olduğundan şu veya bu nedenle asgari ihtiyacı karşılanamayan tüm insanların; çalıştığı halde asgari ihtiyacını karşılayamayanlar, iş bulamadığı için veya özürlü olduğu için çalışamayanlar bu gurupta yer alır, bir başka ifadeyle bu pay tüm yoksullara aittir ve bu pay tüm yoksulların insan onuruna yaraşır asgari ihtiyaçlarını karşılayacak büyüklükte olmalıdır.
            Dolayısıyla üretim sürecinde yer almasına bağlı olmaksızın, toplumda üretilen refahtan ve var olan servetten tüm toplum bireyleri pay sahibidir.  Her vatandaş, içinde yaşadığı toplumun standartlarına uygun olarak insanca yaşama hakkına sahiptir.
            Hiç kimse mülkiyet, miras ve sözleşme hakkından mahrum bırakılmaz. Mülkiyet hakkı, başka insanları ve tabiatı tahribi de içeren bir sınırsız hak değildir. Hiç kimse içinde yaşadığı topluma, çevreye ve doğaya zarar vererek zenginleşemez.
Devletin görevi,  servetin, herhangi bir üretim sürecine konulmaksızın belli eller arasında dönüp dolaşan bir tahakküm aracı olmaktan çıkartılması ve sosyal refah için kullanılması yönünde gerekli önlemleri almasıdır.
            Kamunun getireceği mali kamusal yükümlülükler sahip olunan gelir ve servete mütenasip olmak zorundadır. Herkesin gelir ve servetiyle doğru orantılı olarak kamusal mali yükümlülük üstlenmesi zorunludur.
            Para, çevre, doğal kaynaklar ve emek gibi tabiatı icabı meta olmadığı için piyasa konusu edilemeyen şeylerin değeri piyasada adalete uygun bir şekilde belirlenemez. Aynı şekilde kamusal nitelikleri tartışılmaz olan eğitim, sağlık ve güvenliğin de piyasa tarafından etkin ve eşitlikçi bir şekilde üretilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla bunların değerinin piyasa güçlerinden ziyade kamu otoritesinin adaleti temin eden girişimleri tarafından belirlenmesi kaçınılmaz bir zorunluluktur.
            Sonuç itibariyle partimizce ekonomi politikası düzenlenirken, kaç kişinin açlık ve yoksulluk sınırının üzerine çıkartıldığı, kaç kişiye iş/istihdam sağlandığı, kaç kişinin kendi işinin sahibi haline getirildiği, kişiler arası gelir ve servet dağılımının ne kadar yakınlaştığı gibi sorular temel ölçüt olarak kullanılacaktır.

7. Hülasa

            İlk ve son cümlemiz nedir, nihayetinde ne diyoruz; insanı, aileyi, toplumu, devleti, piyasayı, uluslar arası ilişkileri hangi cümle içinde değerlendiriyoruz?
Biz, insanın eşitliğini, kutsallığını ve muhteremliğini esas alan bir heyetiz. Bütün insanları Hz. Âdem’in evlatları olarak görüyoruz. Aralarında hiçbir ayırım kabul etmiyoruz.
İnsanların ekmeğini ve hürriyetini teminat altına almak siyasetimizin varlık nedenidir.  Onların söz, yetki ve karar hürriyetleri asla ellerinden alınamayacak. İnsanlara bunu taahhüt ediyoruz. Bunun dışındakiler; daha iyi yollar, daha iyi okullar, daha iyi hastaneler takatimizle mukayyettir. Gökten yağmur indikçe, yerden nebat bittikçe, yani takatimiz arttıkça bunları da adaletle ve mümkün olan en iyi şekilde yerine getireceğiz. Ancak şunu tekrar tekrar taahhüt ediyoruz. Hiç kimse rızık endişesi ve istikbal korkusuyla kimsenin önünde eğilmeyecek, kimseye kulluk etmeyecektir. Bu bizim itikadımızdır. Bu itikadımızı hiçbir güç bozamaz.
Her şey; iç ve dış politika, bu prensip etrafında dönecek, asla bu prensibin dışına çıkılmayacaktır.
Çift dil ve çift gündemimiz olmayacak, sizlerin dışınızda hiç kimseyle gizli bir ittifakımız olmayacak, halkımızın dışında hiçbir güç odağına dayanmayacağız. 
Bugüne kadar insanları köleleştiren sistemlerle mücadele edenler, farklı inanç, felsefe, değer yargıları ile hareket ettiler. Şimdi burada birleşiyoruz, kula kulluğa, sömürüye, adaletsizliğe karşı çıkanlar bu partide, bu çatı altında güçlerini birleştiriyor. Buna inanan bütün insanları burada, bu çağrı etrafında toplanmaya davet ediyoruz.
 Has Parti bunları söyledi; insanların eşitliğini, özgürlüğü ve adaleti savundu. Doğrudur; bunları etkili şekilde ifade etmek için zaman ve imkân sorunu vardı. Doğru olan bir başka şey de; içinden geçmekte olduğumuz şartların seçmeni bu söylemlere kapatmış olmasıydı. Bütün bunlara rağmen sözlerimizin seçmene ulaştığını biliyoruz. İnsanlar bizim farklı olduğumuzu; yüksek idealler uğruna siyaset yaptığımızı duydu. Duydu ama itibar etmedi, herkes “iyisiniz” dedi ama çok azı oy verdi.
Hiç kuşku yok ki hiç birimiz uçmuyordu, hepimiz yüksek oranlarda oy almayacağımızı biliyordu. Ancak yine hiç birimiz yüzde 1’in altında oy alacağımızı düşünmüyordu.
Has Parti gibi bir partinin yüzde 0,76 oranında oy alması tam bir hayal kırıklığıdır. Bu hayal kırıcı sonucun partinin eksiklikleri açısından nedenlerini elbette konuşmak gerekir. Ancak buna geçmeden bu sonucun toplum açısından anlamı üzerinde durmak gerekir.
Bu seçimde toplum mevcut durumu tek veri olarak kabul ederek seçimini yapmıştır. Geleceği hesap etmemiş, hiçbir istisna ve ihtiyat payına yer vermemiştir. Anlaşılır olsa bile bu durum bir toplum için sağlıklı bir davranış değildir. Liderler seçim meydanlarında alabildiğine bağırıp çağırarak toplumu kutuplaştırdı, kamplara ayırdı ve seçmenin tamamı bunların belirlediği saflarda toplanarak oy kullandı. Seçmenin tamamı “maslahat” için oy verdi, “yüksek idealleri” hiç kimse görmedi, millet “vicdan şubesi”ni adeta kapattı. Tarih bilgimizi yokladığımızda görüyoruz ki böyle durumlar çok azdır. Bu durum, bildiğimiz konvansiyonel siyaset yolu ile aşılamaz. O nedenle benim de aralarında bulunduğum bazı arkadaşlar, siyasi parti çalışmalarına ara verip toplumsal muhalefeti yeniden ve farklı araçlarla kurmanın daha doğru olacağını savundu.
Anlaşılan o ki Sayın Genel Başkan dâhil heyetinizin çoğunluğu siyasi faaliyetlere devam etmeden yanadır. Eğer siyasi faaliyetlere devam kararı alıyorsak o zaman “Nasıl devam edeceğiz?” sorusunu sormak durumundayız. Bu, alınan sonucun iç/bizden/partimizden kaynaklanan nedenlerini de tartışmak anlamına gelir. Ben ve kapatmadan yana olan diğer arkadaşlar, “Niçin kapatmalıyız?” üzerinde durduğumuz için “Nasıl devam edeceğiz?” konusuna hiç girmedik.
Şimdi ben kendi adıma “Nasıl devam edilir?” sorusuna cevap vereceğim. Öncelikle ifade etmeliyim ki, Sayın Genel Başkanımız seçim konuşmalarında defalarca süpermarketin rafları gibi olmadığımızı söylemesine rağmen, buradan bu soruya çok farklı cevaplar çıkacaktır. Bu da normaldir, hatta gereklidir. Bence bu farklı cevapları burada açıkça konuşalım, söylenmedik tek söz kalmasın. Bu müzakerenin sonunda yine ortak sonuçlara ulaşabiliyorsak devam edelim.
Hiç kuşku yok ki, bu müzakerelerin sonucunda alınacak karara yine itiraz edip yolunu ayıracak arkadaşlar olabilir. Bu da gayet normal bir şeydir. Bu müzakereler sonucunda oluşacak karara itiraz eden arkadaşların bunu niçin yaptıklarını bileceğimiz için onlara kimse “hain, arkadan hançerleyenler” diyemeyecektir.
Toplantı adabı konusunda da bir uyarı yapmak istiyorum; burada çok önemli bir konuda müzakere yapıyoruz; hiç kimse hiçbir baskı altında kalmamalı, herkes düşüncesini özgürce ifade etmeli. Konuyu tartıştığımız son iki GİK toplantısında konuşmacılara sürekli salondan müdahaleler geldi, sanki örgütlenmiş gibi insanlar oturdukları yerden sürekli laf attılar, toplantıyı yöneten Sayın Genel Başkansa bu duruma müdahale etmedi. Bunlar doğru değil. Herkes toplantı adabına uygun şekilde dinlemeli ve söz aldığında da her şeyi açık açık konuşmalıdır.
Değerli Arkadaşlarım, olgun bir heyet olduğumuzu gösterelim. Burada öyle bir konuşalım ki sonunda herkesin dediği anlaşılsın, ayrılanlar olursa kimse kimseye “hain” demesin, diyemesin, insanlar helalleşerek yollarına devam etsin.
Arkadaşlar, bir daha ifade ediyorum, şimdi sıralayacağım sorunların tamamını aşmış olarak seçime girmiş olsak bile bu seçimde alacağımız sonuç çok farklı olmayacaktı, belki yüzde bir buçuk olurdu ki bu bile benim eşik değerim olan bir milyon oyun altındadır.
Yine de siyasete devam edeceksek mutlaka aşağıda sıralayacağım radikal kararları almak zorundayız. Aslında seçimden kabul edilebilir bir sonuç almış olsak da bunları konuşacaktık; nitekim Sayın Genel Başkan’la seçim sırasında 13 Haziran’dan itibaren partinin adeta yeniden kurulması gerektiğini defalarca konuşmuştuk.

 Söylem                                                                                            

Konuşmamın başında bizlerin nasıl bir manifestoya imza attığımızı ana başlıkları ile ifade ettim. Biz, insanların eşitliği – ki bunu haklarda eşitlik, nimetlerin paylaşımında eşit ortaklık diye tarif ediyoruz- temelinde siyasal ve ekonomik sistemi değiştireceğimizi, dünya ile ilişkilerimizi de bu ilke üzerine kuracağımızı söylüyoruz. Ben bu söyleme inanmaya devam ediyorum; Manifestomuzun sonundaki şu sözlere bütün kalbim ve varlığımla inanıyorum:
“İlk ve son cümlemiz nedir, nihayetinde ne diyoruz; insanı, aileyi, toplumu, devleti, piyasayı, uluslar arası ilişkileri hangi cümle içinde değerlendiriyoruz?
Biz, insanın eşitliğini, kutsallığını ve muhteremliğini esas alan bir heyetiz. Bütün insanları Hz. Âdem’in evlatları olarak görüyoruz. Aralarında hiçbir ayırım kabul etmiyoruz.
İnsanların ekmeğini ve hürriyetini teminat altına almak siyasetimizin varlık nedenidir.  Onların söz, yetki ve karar hürriyetleri asla ellerinden alınamayacak. İnsanlara bunu taahhüt ediyoruz. Bunun dışındakiler; daha iyi yollar, daha iyi okullar, daha iyi hastaneler takatimizle mukayyettir. Gökten yağmur indikçe, yerden nebat bittikçe, yani takatimiz arttıkça bunları da adaletle ve mümkün olan en iyi şekilde yerine getireceğiz. Ancak şunu tekrar tekrar taahhüt ediyoruz. Hiç kimse rızık endişesi ve istikbal korkusuyla kimsenin önünde eğilmeyecek, kimseye kulluk etmeyecektir. Bu bizim itikadımızdır. Bu itikadımızı hiçbir güç bozamaz.
Her şey; iç ve dış politika, bu prensip etrafında dönecek, asla bu prensibin dışına çıkılmayacaktır.
Çift dil ve çift gündemimiz olmayacak, sizlerin dışınızda hiç kimseyle gizli bir ittifakımız olmayacak, halkımızın dışında hiçbir güç odağına dayanmayacağız. 
Bugüne kadar insanları köleleştiren sistemlerle mücadele edenler, farklı inanç, felsefe, değer yargıları ile hareket ettiler. Şimdi burada birleşiyoruz, kula kulluğa, sömürüye, adaletsizliğe karşı çıkanlar bu partide, bu çatı altında güçlerini birleştiriyor. Buna inanan bütün insanları burada, bu çağrı etrafında toplanmaya davet ediyoruz.”
 Şimdi size soruyorum kıymetli arkadaşlarım, bu sözlere, başta Genel Başkan olmak üzere, hepimiz inanıyor muyuz, bu sözler bizim itikadımız mıdır? Evet, bence rakiplerimiz ve seçmenin çoğunluğu bu sözlerimizi duydu. Rakiplerimiz bu sözlerden çok korktu, seçmense “Ben maslahatın peşinde gidiyorum, bu sözleri dinleyecek durumda değilim” dedi. Peki, sizler ne diyorsunuz bu sözlere?
Kimse kusura bakmasın; Genel Merkez dâhil teşkilatlarda birçok insanın bunları tam anlamıyla içine sindirmediğini gördüm. Arkadaşlar, şunu kabul edelim ki, teşkilat mensuplarımızın bir kısmı partimizi AK Parti’yi ikame edecek bir parti olarak gördü. Birçoğumuz Ak Partililer tarafından yaygınlaştırılan “Şimdi değil, bir daha sefere” sözünü çok sevdi. O nedenle çalışmadı, bir daha seferi bekledi.
Siz de şahit olmuşsunuzdur, ben İstanbul’da teşkilatlarımızın topladıkları parayı bile harcamayıp seçimden sonraki masraflar için ayırdığını gördüm. Bu arkadaşlarımızın çoğu partimizin manifestosunu okumamışlardı, okuyanlar da bunlara sadece parlak sözler olarak bakıyordu.
Teşkilat mensuplarımızın bir kısmı ise Has Parti’ye “Milli Görüş’ün yeni versiyonu” olarak bakıyordu. Bu arkadaşlar seçim boyunca en etkili tanıtım çalışmamız olan 1 Mayıs etkinliklerine katılmayı bir sapma olarak gördüler, bunu sabote etmek için ellerinden geleni yaptılar. Olmayınca da her tarafta “Bekaroğlu, Kutlu Doğum Haftası etkinliklerine en son ne zaman katıldı, bilen var mı?” diye tezvirat yaptılar.
Hala ve burada bile bu tezviratlar devam ediyor. Açık konuşacağız arkadaşlar. “Kılıçarslan’ı çok sevdik, Cem Somel’i tanımaktan çok memnunuz ama bu sol görüntü, bu Müslüman sol işi bizi yıktı” diyenler var. Bu ikiyüzlülüktür ve ayıptır. Arkadaşlar, sözümüz, manifestomuz, orada duruyor, hepimiz imzaladık ve kurucu olduk. Bu sözler sol mu, bu sözler Müslüman sol mu, işte orada duruyor ve hepimiz okuyoruz.
Biraz evvel ifade ettim, ben bu sözlere inanıyorum. Bana göre söylem konusunda bir sorun yok. Şimdi burada, bu yetkili kurulda öncelikle bu sözler tartışılsın. Bu partinin söyleminin bu olduğuna tekrar karar verilirse diğer sorunları konuşmaya devam edelim. Ben hayatımı bu söylemlerin üzerine kurdum, bu sözler benim itikadımdır ve asla itikadımdan dönecek değilim.
Eğer partinin söylemi bunlar olmayacaksa ben bu partide yer almam. O zaman devam edenler yeni söylemi tartışırlar. Ben de bu söylemlerle beraber bu partiden giderim. Açık açık konuştuğumuz için de kimse bana “hain” diyemez. Zeki Kılıçarslan, Cem Somel ve diğer arkadaşlar tabi kendi kararlarını verirler ama bu söylem onlarla yıllardan beri konuştuğumuz sözlerle çok örtüşüyor, üstelik o zaman biz bu sözler için ne “sol” ne de “Müslüman sol” yakıştırması yapıyorduk.
Burada söylem ve nasıl bir parti konusunda birkaç söz daha söylemek istiyorum. Arkadaşlar, Ak Parti taklidi ve yeni Milli Görüş partisi siyaseten de anlamsızdır. Çünkü Milli Görüş’ün tek temsilcisi olduğunu söyleyerek oy isteyen Saadet Partisi orada durmaktadır, nostaljik takılanların adresi Saadet Partisidir. Yine Ak Parti de orada duruyor; niçin taklidine itibar edilsinki! Kaldı ki bugün Ak Parti geleneksel Milli Görüş söyleminde ne varsa onu yapmaktadır. Bana göre Milli Görüş’ün nostaljik temsilcisi Saadet’tir ama Milli Görüş’ün günümüzdeki siyasi temsilcisi Ak Parti’dir. Çünkü Ak Parti, maddi kalkınmadan lider ülkeye, manevi kalkınmadan İslam birliğine kadar Hoca’nın tüm hayal ettiklerini gerçekleştirmiştir. Neticede, İslamcılığın Milli Görüş versiyonu Müslümanların iktidarını amaçlamıyor muydu; işte Müslümanların iktidarı ve işte üretilen abdestli kapitalizm!

 Stratejimiz

Değerli arkadaşlar, bizim durumumuz nedir; bir şey mi olmak istiyoruz, bir şeyler mi yapmak istiyoruz? Bu soruya herkesten önce Sayın Genel Başkan cevap vermeli. Seçimde arkadaşlarımız “Hükümet yorulmuş, Başbakan Kurtulmuş” sloganı attılar. Yani “Ak Parti yıpranıp gidecek biz geleceğiz” mi diyoruz? Bakın, böyle bir şey yok, Hükümet yorulmuş filan değil. Yorulsa da bu halimizle biz gelemeyiz. Kaldı ki, Ak Parti’yi ikame edecek bir Has Parti’nin bir anlamı yok.
Şuna karar vermeliyiz: Biz iktidara bir an evvel gelmek isteyen, ille de bir şeyler olmak isteyen bir heyet miyiz yoksa Türkiye’nin siyasal ve ekonomik düzenini, eşitlik ve adalet ilkeleri çerçevesinde değiştirecek, devrimci, ideolojisi ve iddiaları olan bir siyasi ekip miyiz? Herkesin Numan Kurtulmuş’u seviyor ve beğeniyor olması güzel de bu bizi nereye götürecek? Böyle yürünmez. Bir siyasi partinin programının beğenenlerin olduğu kadar beğenmeyenleri de olmalı; ne dediğimizi herkes anlamalı, bizi destekleyenler de bize karşı çıkanlar da olmalı.
“Siyasi çizgimiz nedir, bir siyasi yelpazenin neresinde duruyoruz?” sorusu önemli. Bazı arkadaşlarımız, Milli Görüş çizgisinden uzaklaştığımızı, sola kaydığımızı söylüyorlar. Bence bu doğru değil; biz ne Milli Görüş’ü tekrarlıyoruz ne de bilinen sol partilerden biriyiz. Bana kalırsa sorun, net, açık ve köşeli konuşmamamız, hiç kimseyi darıltmama gayreti ile kelimeleri eğik bükmemizdir. Ortaya eleştiriler yapıyoruz, kime Firavun, kime Karun, kime Bel’am dediğimiz belli olmuyor, devleti birikim aracı olarak kullananları teşhir etmiyoruz. Böyle olmaz, böyle yürünmez; açık konuşmalıyız, neye karşı olduğumuzu, neyi getirmek istediğimizi açık açık söylemeliyiz.

 Kadro  

Bana göre partimizin en başta gelen sorunu personelin, en azından personelin bir kısmının bu söyleme inanmaması, bir kısmının da bu söylemle uyumlu şekilde davranmaması, bu söyleme uygun olmamasıdır. Mesela; “Karunlaşmayacağız”, yani “kamu kaynaklarını, bizden yana olanlara, bizi destekleyenlere, bizimkilere aktarmayacağız” diyoruz ama devlet ihalesi kovalayan, bunun için yöneticilere yakın duran, hatta onların adamı olarak tanınan teşkilat mensuplarımız var. Dahası bu kaynakların partiye aktarılmasında hiçbir sakınca görmeyen, “keşke bir il belediyemiz olsaydı da bu maddi sıkıntıları yaşamasaydık” diyen insanlar var.
Sözümüzle yaptıklarımızın örtüşmesi gerekir. İşte size niçin böyle bir sonuç aldık sorusunun cevabı. Söylemlerimiz sekülerleşti, sola kaydık diyen arkadaşlara selam olsun. Ben anormal derecede maneviyatçıyım. Özü sözü bir olmayanlara Allah’ın yardımı gelmez, Allah’ın rahmeti ve bereketi temiz yerlere iner. Âlemlerin Rabbi son gece bir milyon seçmenin kalbini bize yönlendirebilirdi. Yönlendirmedi; çünkü biz bunu hak etmedik.
Sayın Başkanım, siz Diyarbakır’da bu ülkenin en kirli, en karanlık insanın elini sıktınız ve bu iş öyle hiç de tesadüfen olmadı. Şimdi size soruyorum; niçin Allah’ın rahmeti ve bereketi bizim yanımıza insin?
Firavunlaşmayacağız, öylemi? Firavun olmak için piramitler diktirmeye gerek yok; insanları küçümsüyorsanız, kendinizin özel olduğuna inanıyor ve öyle davranıyorsanız, makamlarınızı herkesten farklı olarak döşüyorsanız, kendinizin herkesten farklı unvanlarla anılmasını istiyorsanız, insanların telefonlarına çıkmıyorsanız… sizde Firavunluk hastalığı başlamış demektir. Kimse üzerine alınmasın ama aramızda böyle davranan insanlar var.
Bu durum, her şeyden önce ahlaki bir sorundur; ahlaki sorun da tüm sorunların önünde gelir. Güzel sözlerin söylenmesi önemli ama bundan önemli olan bu sözleri kimlerin söylediğidir.
Şimdi açıkça söylüyorum; eğer bu söylemlerle devam edeceksek arkadaşlarımızın tamamını bu söyleme uygun olarak seçeceğiz. Uygun olmayanlar gidecek ve niye gittiklerini herkes bilecek. Aksi takdirde özümüz ve sözümüz ayrı olur ki ben o zaman bu heyetin içinde yer almam. Yer almam, çeker giderim ve hiç kimse bana “hain” diyemez.

 İlişki biçimimiz: Hukukumuz

İnsanların eşitliğini temel alan bir siyasi heyetin arasındaki ilişki, eşitlik üzerine inşa edilmiş bir hukukla yürür. Evet, bir tüzüğümüz var, kurullarımız var ama ben ortada eşitlik üzerine bina edilen bir iç hukuk göremiyorum.
Son derece edepli ve nazik bir Genel Başkanımız var; Başkanımızın tek bir insana nezaketsizlik yaptığı görülmedi. Ama bu partide kimin neyi hangi kurala göre yaptığı belli değil. Birçok iş yapılıyor ama bu işler hangi hukuka göre yapılıyor, bilinmiyor. Örneğin; ben bu partinin insan haklarından sorumlu genel başkan yardımcısıyım, insan hakları ile ilgili bir basın açıklaması yapıyorum, bu açıklama tüm basın organlarında yer buluyor ama partimizin sitesine giremiyor. Bense bunun niçin böyle olduğunun hiç öğrenemiyorum.
Arkadaşlar, size soruyorum, biz bugüne kadar bir karar aldık mı? Aldığımız kararları nasıl alıyoruz? Tüzüğümüze yazdık, başta genel başkan olmak üzere birçoğumuz defalarca dile getirdik, adaylarımızı üyelerimize sorarak belirleyecektik. Evet, biliyorum, üye sayımız azdı, birçok yerde aday müracaatları yeterli değildi, ama adaylarımızı nasıl seçtiğimizi Allah aşkına birisi açıklasın. Mesela İstanbul’da tuhaf adamlar aday oldu, ben kulağımla bir adayın şu kadar para verdim aday oldum dediğini duydum. Bunların bir açıklaması, bir hesabı olmayacak mı?
Herkes gibi ben de Genel Başkanımızın en büyük imkânımız olduğunu biliyorum, genel başkanı öne çıkarmakla doğru yaptık. Ancak biri bana söylesin, seçmen bu partide genel başkandan başka kaç kişinin adını biliyor? Bu partinin ikinci, üçüncü adamı var mı, yedi ayda genel başkan yardımcılarının bir tek basın toplantısı yapmadığı bir parti olur mu? Görüntü çok kötü arkadaşlar; burada bir tek adam var, Numan Kurtulmuş ve bütün diğerleri onun için buradalar, her biri birer araçtır. Görüntü bu. Bu kabul edilemez, ben şahsen hiç kimsenin adamı, aracı olmam. Hiç kimse seçkin ve seçilmiş değildir; Sayın Kurtulmuş sadece genel başkandır, ben de onun arkadaşıyım, yardımcısıyım. Bunun dışındaki hiçbir ilişki biçimini kabul etmem. Bu ilişkinin de bir hukukunun olmasını isterim.
Bu partinin organları hangi zamanlarda toplanır, kararları hangi kurallara göre alır; yedi aylık uygulamalarımızda bu soruların cevabı yoktur.
Bu partinin herkesin bildiği çalışma usullerinin, hukukunun olması gerekir. Açıkça söylüyorum eğer işleyen bir iç hukuk yoksa ben bu partide durmam; durmadığım için de bana kimse “hain” diyemez.

 Finansman

Yine belgelerimizde yazdık ve her yerde söyledik; bu parti üyeleri tarafından belli usullere göre finanse edilecek bir parti olacaktı. Bunu bir türlü yapamadık, her yapma girişimimiz görülmez eller tarafından engellendi, zaman zaman “hani üyelerden gelen para” diye alay konusu yapıldı.
Defalarca sorduk, hala sormaya devam ediyoruz; bu parti nasıl finanse ediliyor, bugüne kadar kim kaç para verdi, bu paraların kaynağı nedir? Evet, önümüze bir yuvarlak hesap konuldu ama bu paranın nereden geldiği ve nerelere, nasıl harcandığı söylenmedi.
Ben bu partinin genel başkan yardımcısıyım; bu konulardan hukuki olarak da sorumluyum, ama neler olduğunu bilemiyorum. Birileri partinin sahibi gibi davranıyor. Parti çalışanları yüzümüze bakmıyor bile, sanki maaşlarını parti değil de bazı kişiler ödüyor gibi bir hava var, sanki partinin değil de onların çalışanları gibiler.
Bazı arkadaşlar çok para harcamışlar ve çok para harcadıklarından çok söz sahibi olduklarını sanıyorlar, öyle davranıyorlar. Önemli toplantılarda gündem bile değiştiriyor, beğenmediklerine hadlerini bildirebiliyorlar. Hadleri bildirilenler de az para harcadıklarından cevap haklarını bile kullanamıyorlar; Sayın Genel Başkansa cevap hakkı vermediği arkadaşlarının hukukunu korumuyor. Bu partinin koridorlarında şu kadar para harcadık, Genel Başkan’a şu hediyeleri aldık diye dolaşan insanlar var. Böyle olmaz, bunları kabul edemeyiz.
Arkadaşlar, bu partiyi imece usulü ve üyelerimizin aidatları ile finanse edemeyeceksek hemen bu işi bırakalım. Parayı verenin düdüğünün çalındığı partide işim olmaz, bu konu çözülmezse, bugüne kadar olduğu gibi işler bu şekilde yürütülmeye devam edilirse ben bu partiden ayrılırım ve bana hiç kimse “hain” diyemez.

 Çalışma şekli

Bu partinin bir yürütme kurulu var, bunların görev alanları ile ilgili bazı metinler hazırlandı ama pratikte kimin neyi hangi yetki ile yaptığı belli değil. Örneğin; ben insan hakları ve hukuk işlerinden sorumlu genel başkan yardımcısıyım. Burada insan hakları konusu belli ama “hukuk işleri”nin ne olduğunu ben bile anlamış değilim. Tanıtma, halkla ilişkiler ve diğer birimlerle ilgili de benzer durumlar var.
Sayın Genel Başkanımız, çoğu zaman hiçbir karar almadığımız yetkili kurul toplantılarından sonra bazı görevlendirmeler yapıyor, ne var ki çoğu zaman bu görevlendirmelerin hangi amaçla yapıldığı anlaşılmıyor, esasında görevler de yapılamıyor. Örneğin; Sayın Başkan, seçim beyannamesi için bir heyet görevlendirdi. Ancak çalışma usulleri, takvimi ve yetkileri belli olmadığından iş ortada kaldı. Sonra bendeniz, durumdan vazife çıkararak, parti üyesi olmayan bazı arkadaşlarla bir metin ortaya çıkarmaya çalıştık. Benzer durum birçok defa tekrarlandı. Sayın Başkanımız maalesef işleri delege etmiyor. Bazı görevler verse bile bunların takibi yapılamıyor ve çoğu zaman iş ortada kalıyor.
Sayın Başkanımızın “her şeyi ben mi yapacağım” diye yakındığına defalarca şahit oldum. Doğru da Sayın Başkan, bunun sebebi sizsiniz, bizi yönetemiyorsunuz, çalıştırmıyorsunuz. Sistematik bir istişare ve karar mekanizması maalesef tesis edilemedi. Her şeyi siz yapıyorsunuz, her şeyi siz söylüyorsunuz. Hiçbir zaman ortak akıl, ortak söz ortaya çıkmıyor.
Elbette bunlar teknik konulardır, istenirse halledilebilir ama ortada bir usul olmadığı için sıkıntılar çıkıyor. Eğer siyasi çalışmalara devam edeceksek çalışma usullerini tespit etmeliyiz; hangi genel başkan yardımcısının neyi yapacağı belli olmalı. Genel Başkan mutlaka yetkileri paylaşmalıdır. Burada önemli bir konu da harcama yetkisidir; verilen işin mutlaka bütçesi belli olmalı ve bu bütçeyi yetkili arkadaşımız kullanmalı.
Parti genel başkanının özel kalemi partinin en önemli organlarından biridir. Özel kalem, başta genel sekreter olmak üzere, yürütme kurulu ile koordineli çalışmalıdır. Genel Başkanımızın birçok kişi ile görüşüyor; elbette özel konular olabilir ama partinin işlerini konuşuyorsa, en azından tekrarlar ve yetki karmaşası olmaması için ilgili arkadaşın bunu bilmesi, hatta o arkadaşın genel başkanın yanında olması gerekir. Seçim öncesinde partimizin bazı görüşmeler yaptığını sağdan soldan duyduk; bana bir parti çalışanı partimizin iktidar partisi ile ittifak çalışmaları yaptığını söyledi. Bunlar kabul edilemez, bizim partimiz gibi büyük iddiaları olan bir partide böyle işler olamaz, olmamalı. Elbette herkesle görüşülebilir; ama bunu partinin yetkili organları bilir, en azından en kısa zamanda bilgi verilir.
Genel Başkanın yanında çalışan diğer personel ve korumalar da çok önemli; abartılı koruma tedbirlerine gerek yok, insanların hırpalanması, tuhaf görüntüler bize yakışmaz.
Arkadaşlar, bu parti kurulduğundan bu yana aramızda dargınlıkların, hatta düşmanlıkların ortaya çıktığının farkında mısınız? Kimse “yok öyle bir şey” demesin; bu partide gruplar oluştu, hatta her gün yeni gruplaşmalar oluşuyor. Ankara’dakiler İstanbul’dakileri, İstanbul’dakiler Ankara’dakileri suçluyor. Bunun nedeni, sorunları yetkili organlarda açık açık konuşmamaktır. Sayın Genel Başkan insanlarla ayrı ayrı görüşüyor, kime ne diyor bilemiyoruz. Bu doğru değil arkadaşlar. Biz sadece sıradan bir siyasi heyet olmamalıyız, aynı zamanda birbirlerine güvenen dostlar olmalıyız. Organlarda konuştuktan sonra niçin ayrıca konuşma ihtiyacı duyulur ya da organlarda hiç konuşmayıp genel başkanla özel konuşmanın anlamı nedir, Genel Başkan böyle bir şeye niçin izin veriyor?
Sayın Genel Başkanın, bizleri araçlar olarak gördüğüne dair ciddi endişelerim var. Mesela; genel sekreterimiz, bir başka merkez yürütme kurulu üyemiz ve bir GİK üyemiz partiden istifa ettiler. Bunların niçin istifa ettiklerini Genel Başkan’ın açıklaması gerekiyor. Arkadaşlarımızın niçin istifa ettikleri yerine nasıl istifa ettiklerinin dedikodusu yapılıyor, böyle olmaz. Bu açıklama yapılmadan hiçbir şey olmamış gibi davranılarak yola devam etmemiz mümkün değil. Eğer bir açıklama yapılmadan bunların yerine başkalarını koyuyorsanız, bu, insanlara araçsal olarak baktığınız anlamına gelir. O zaman birçok insan kendileri için de aynı şekilde davranılacağını, araç olarak görüldüklerini düşünür ki bu çok vahim bir şey. Sadece bu sebeple bile bu partiden ayrılanlar olur ve hiç kimsenin onlara “hain” deme hakkı olmaz.

Ancak yüksek volümlü bir siyasetle yol alınabilir

Yeni bir deneme yapma, bir süreliğine ne yapılabileceğini görmek olmaz. Bir daha ifade ediyorum; yüzde 0,76 oy oranı ile devam etmek çok zor, toplum böylesine bir siyasete şimdilik kapalı. Benim tercihim, siyasi partiyi kapatıp başka yöntemlerle sözlerimizi söylemeye devam etmektir. Ama devam ediyorsak bu şekilde olmaz. Klasik, konvansiyonel yöntemlerle bir yere gidemeyiz; başkalarının koyduğu gündeme takılıp basın açıklamaları ve salon toplantıları yaparak siyaset mümkün değil. Türkiye’nin ihtiyacı sokakta muhalefeti kuran bir partidir; fabrikada, tarlada, meydanda gündem oluşturan bir parti, söylediğini açık, net ve etkili söyleyen bir parti. Bunun denemesi olmaz; bunun planı, hazırlığı ve kolları sıvayarak uygulaması olur. Türkiye’nin her köşesinde her gün onlarca hak ihlali, haksızlık, adaletsizlik olmaktadır; Has Parti buralarda olmalı, muhalefeti buralarda kurmalıdır.
İstanbul’da seçim boyunca bunları yapmaya çalıştık, sorun alanlarına gidip müdahalelerde bulunmak istedik ama il başkanı ve gençlik başkanını ikna edemedik, adamlar bu işe inanmıyorlardı, bir de genel başkan yardımcısı filan tanımıyorlardı, hatta 1 Mayıs’ta genel başkanı bile dinlemediler.
Seçmenin durumu bir yana biz siyaset yapmadık, siyaset üretmedik; o nedenle bu sonucu aldık, o nedenle şimdi ne yapacağımızı bilemiyoruz. Siyaset iki cümle bulup bunu süsleyerek bir salonda partililere ifade etmek değildir. Bizim gibi ideolojisi ve iddiaları olan bir siyasi parti, örneğin esnafı örgütleyerek AVM’lerin karşısına dikilir, örneğin çiftçiyi örgütleyerek büyük çiftliklerin karşısına dikilir, örneğin mahalleyi örgütleyerek kent yağmacılarının karşısına dikilir. Hayır, arkadaşlar, üç sendika başkanını ziyaret etmek, iki tanesini genel merkeze getirmek siyaset değildir. Esas siyaset, çalışanları örgütleyerek işbirlikçi sendika başkanlarının karşısına dikmektir. Nükleer enerjiye karşı olmak elbette siyasi bir tutumdur, ama esas siyaset, insanları örgütleyerek Akkuyu’da nükleer santral karşıtı çadır kurmak ve orada günlerce kalmaktır.
Burada açıkça söylüyorum; beş altı ay daha aynı tarzda giderek dememe yapmak boşuna bir iştir. Böyle yaparsak beş altı ay sonra daha çok borçlu ve daha fazla yorgun oluruz, kapatırken birbirimizi daha çok kırarız, daha çok hainimiz olur. İyisi şimdi burada helalleşerek kapatıp gidelim.
Yok diyorsanız, Sayın Genel Başkanım, o zaman radikal bir operasyon gereklidir. Benim bunu yapacağımıza dair ikna olmam çok zor. Çünkü biz bunu sizden daha önce de istedik. Sanıyorum, 28 Kasım’da yaptığımız kongreden hemen sonra size verdiğimiz rapor arşivlerinizdedir. Ben o raporu yeniden okudum; orada neredeyse bugün söylediklerimizi yazmışız. Daha sonra da yine yazılı olarak “seçim stratejileri” başlığı ile benzer şeyleri rapor etmiştik, bu raporun da arşivlerinizde olması gerekir. Demem şu ki, Sayın Başkanım denedik olmadı, aynı şekilde deneyeceksek hiç yorulmayalım, yine olmaz.

 Özetleyecek olursak;

İdeolojimiz/söylemimizi yeniden konuşalım, eksiklikler varsa tamamlayalım. Söyleme uygun personel ve iş tutma şekli tespit edelim, aynı şekilde finansman konusunu yine söylemimize uygun şekilde çözelim. Bunları yaptıktan sonra yüksek yoğunlukta bir siyasetle yolumuza devam edelim. Bunlar mümkün olmuyorsa işi burada bırakalım. Oyalama istemiyorum, “yapıyoruz ya” lafını da duymak istemiyorum. Bunları hemen yapmalıyız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder