foto: Eyüp KANAR

31 Temmuz 2012 Salı


Etkin Haber Ajansının  Zeki Kılıçaslan hocamız ile yaptıkları röportajı sizlerle paylaşıyoruz.

HAS Parti Genel Başkanı Kurtulmuş’un AKP’ye katılımının, tartışılmış bir süreç olmadığını belirten Prof. Dr. Zeki Kılıçaslan, HAS Parti’nin fiili olarak sonlanmasından sonra yeni proje olduğunu söyledi.
Etkin Haber Ajansı / 24 Temmuz 2012 Salı, 17:06
İSTANBUL (Fuat Uygur)- HAS Parti Kurucuları arasında yer alan Prof. Dr. Zeki Kılıçaslan, Genel Başkan Numan Kurtulmuş’un AKP’ye katılışını yorumladı. HAS Parti’nin pratik sorunları ve arayışlarının olduğu bir süreçte iki yolun kendilerini beklediği üzerine tartışmalar yürüttüklerini söyleyen Kılıçaslan, HAS Parti yönetiminin “reel duruma” uyum sağladığını söyledi. ETHA’nın sorularını yanıtlayan Prof. Dr. Zeki Kılıçaslan, İslami kesimde yaşanan tartışmaları ve solun İslami hareketle kurduğu ilişkiyi de değerlendirdi.
HAS Parti ile ilgili son gelişmeler üzerine basın çokça yazdı. Bir de sizden kısaca dinlemek istiyoruz. HAS Parti’de neler yaşandı?
HAS Parti Genel Başkanı’nın inisiyatifiyle AK Parti’ye katılım süreci yaşandı. Bu parti organlarında düşünülmüş, tartışılmış ve sonunda karar verilmiş bir şey değil. Tabii ki parti organlarına getirildi ama her şey belli olduktan sonra parti organlarına getirildi. Bu süreç, yöntem olarak doğru bir şekilde yapılmadı. Daha önce söylentiler biçiminde gündeme gelmişti. Resmi bir durum yok deniliyordu. Sonradan anlaşıldı ki esas olarak halledilmiş bir konu. Kamuoyunun ve bizlerin baskısıyla hızlandı.
Süreç tamamlandı mı?
Resmi olarak tamamlanmış değil. Çünkü sonuç olarak partinin kapatılmasına karar verecek olan kurucular kurulu. Esasında (fiili olarak) sonlanmış durumda.
HAS Parti nasıl ortaya çıktı?
HAS Parti’ye önem verdim ve kuruluşuna da o nedenle katıldım. Türkiye’deki siyasi taraflılıkların, siyasal kimliklerin esas olarak yaşam tarzı ve kimlikler üzerinden şekillendiğini düşünüyorum. Ana bölünme, seküler batılı yaşam tarzı ve modernleşme sürecinde devlet eliyle dayatıldı. Modernleşme sürecinde siyasal saflar; kimlikler, inançlar üzerinden belirlendi ve bu halen devam ediyor. İki ana akım, Türk milliyetçiliği ve 30 yılda netleşen Kürt halkının taleplerinden oluşan siyaset var. Türkiye’de gerçek anlamda sosyal, sınıfsal talepler üzerinde yükselmiş bir sağ-sol ayrışması yok. Daha çok modernleşme ve buna karşı oluşan geleneğin tepkisi, inançların tepkisi olarak şekillendi. Zaten ülkede otoriter laikçi bir anlayış vardı. Buna karşı erk kimlik olan Türk-Sünni kimlikle eritmeye çalışıyordu. Devlet eliyle yürütülen bu proje çoğunluk Sünni inancın tarafı gibi görünse de kamusal alanda dinin görüngülerini tamamen kısıtlayan otoriter laikçi anlayış vardı ve buna karşı toplumsal tepki vardı.
Soğuk savaş koşulları da buna eklenince bu temelde bir ayrışma yaşandı. Bu yıllarca böyle sürdü. AK Parti iktidarı -ki benim görüşüme göre inançlı kitleler tarafından ilk gerçek Müslüman hükümet olarak algılandı- milletin seçtiği ve başkasının engelleyemediği bir hükümet olarak algılanan bu hükümetin, 10 yılı aşkın iktidar döneminde yeni bir süreç başladı Türkiye’de.
Sonuç olarak Türkiye’de şöyle bir algı vardı: Millet seçiyor, fakat askeri-sivil bürokrasi bunu engelliyor. Milletin sesi yansımıyor iktidara, engelleniyor, darbeler ve 28 Şubat’ta olduğu gibi…
Ama ilk defa Ak Parti hükümetinde, askeri vesayet rejimi geriletildi, sonuçta bu uzun yıllar süren iktidar sürecinde yaşandı. Askeri vesayet rejimi geriletildi ama gerçekten arzulanan bu muydu? Merkez sağ ve merkez sol iktidarlara karşı eleştirilen ideal bu muydu? Adalet bu muydu? Amaçlanan bu muydu? Bunu insanlar sorgulamaya başladılar. Bu temelde de arayışlar başladı.
İSLAM’IN ‘KAPİTALİZMİN SADIK UYGULAYICISI OLDUĞU’ YORUMUNA KARŞI ARAYIŞ
HAS Parti bu arayışların sonucu olarak mı doğdu?
Ak Parti’nin neoliberal politikaların en azgın savunucusu olduğu görüldü ve bu bir tepki yarattı. Bu yeni arayışlara neden oldu. Sadece HAS Parti meselesi değil… HAS Parti dışında da İslami entellektüel kesimler, aydınlar, gençler içerisinde bir itiraz ve arayış oldu, İslamın kapitalizme eklemlenmediği, kapitalizmin tam en sadık uygulayıcısı yorumuna karşı arayışlardı bunlar. Bence HAS Parti bu arayışlardan birisiydi. Ortak değerlerde, yani insan hak ve hürriyeti, sosyal adalet ve hegemonik uluslararası güçlere karşı dik bir politika temelinde farklı siyasal kesimlerin de bir araya gelerek, bir arada siyaset yapabileceği bir partiydi. Bence bu anlamıyla kültürel olarak çoğulcu, ama politik olarak tek bir noktada birleşen bir hareketti. Bence gerçek bir halk siyasetinin de zeminini oluşturuyordu. Çünkü eğer siz, bir yaşam tarzına veya bir etnik veya mezhebi esas alan politikalar yaptığınız zaman, egemen siyasetlere karşı çıksanız da esas olarak o kimlik siyasetidir. Kimliğin savunulması yanlış bir şey değildir. Kimliğin özgürlüğü için siyaset yapılır ama siyaseti kimliğe indirgediğiniz zaman da problem olur. Gerçek bir sosyal muhalefet, hele de bizim gibi farklı kimliklerin olduğu ülkelerde mutlaka melez olmak zorundadır. Farklı kültürleri ve inanışları, yaşam tarzları olan ortak ekonomik ve sosyal politikalarda siyasal hedefte birleşmeleriyle oluşturulacak bir şeydir. Nasıl bir Türkiye, nasıl bir anayasa, nasıl bir sosyo ekonomik bir düzen, nasıl bir çalışma hayatı nasıl bir çevre gibi… Bu konularda anlaşan egemen bloka karşı çıkan, farklı yaşam tarzlarına, kültürlere, inançlara sahip olan insanların bir araya gelmesiyle ancak gerçek anlamıyla bir halk siyaseti olur. Öbürleri, halkın bir kesiminin siyaseti de olsa da bütünlüklü olarak sisteme karşı yeni kurucu bir siyaset örgütleyemezler. Bu anlamıyla HAS Parti’yi önemli bir arayış olarak değerlendirdiğim için kuruluşuna katıldım. Mehmet Bekaroğlu’yla katıldım.
Numan Kurtulmuş için “Aslına rücu etti” demek, mevcut durumu tariflemeye yeter mi?
Ben öyle demiyorum zaten. Siyasette çok faktör var. Bunda hem ortam, süreç var. Hem de bireysel etken var. Aslına rücu etti, bu çok kolay bir çözümleme olabilir.
Siz nasıl çözümlüyorsunuz peki?
Partinin sorunları vardı zaten, arayışları vardı. Parti aslında ya kuruluş beyannamesinde koyduğu idealleri doğrultusunda küçülmeyi de göze alarak, hemen bugünden yarına iktidar ortağı olma ufkunu geri plana alarak sosyal muhalefet yürütecek, fizik olarak daha küçük ama daha mücadeleci harekete doğru evrilecekti. Kitleye seslenen güçlü bir Ak Parti ve Tayyip Erdoğan liderliği vardı karşısında ve dolayısıyla Ak Parti ile aradaki farkı daha net koyacak, daha mücadeleci, daha fazla sokakta olan, sosyal hareketi daha ön planda olan bir siyasal yapı olarak devam edecektik. Ya da var olan bu durumu sürdürecektik.
Bu durumu sürdürmesi mümkün değildi. Bekaroğlu’na bunu önermiştik. Birincisi; masraflarımızı azaltalım, ama daha mücadeleci bir sürece gidelim.
Onun için de başka türlü kadrolar gerekiyor. Bizim önerdiğimiz şekilde yürüyebilecek kadro yeterliliği yoktu. Çünkü HAS Parti esasında bu dediğimiz fikirlerin tartışıldığı bir süreç sonunda oluşan bir parti değildi. Bu fikirlerin yeni tartışıldığı bir dönemde, Saadet Partisi içinde bölünme sonucu ortaya çıkmış, geçici ve konkjonktürel bir yapıydı. Ben, Bekaroğlu ve bazı arkadaşlar, böylesi bir siyasetin gelişebilmesi için bir olanak olarak değerlendirdik. Bölünme olmasaydı böyle bir parti zaten olmayacaktı. Dolayısıyla, kadrolar partinin vaaz ettiği, anlattığı şeyi yeterince kavramış, bir tartışma süreci yaşamış değillerdi. Numan Kurtulmuş’u sevenler, onun peşinden gittiler. Onlar partinin fikriyatını tam olarak anlayabilmiş kadrolar değildi. Dolayısıyla bizim önerdiğimiz mücadeleci bir yolla gidilmesiydi. Ama uzun bir yoldu.
Bu söylediklerim “Programımızı yüzde 100 amaçlayıp hiçbir şey yapamamaktansa, yüzde 20-30′unu gerçekleştirelim” şeklinde yorumlanabilir. Ben bunu savunmuyorum.
TABAN BU SÜRECE KARŞI ÇIKTI
HAS Parti’nin tabanı bu gelişmelerden nasıl etkilendi?
İl yöneticilerinde var olan tıkanmışlıklar ve lidere bağlılık geleneği etkisiyle, karşı koyuş olmadı. Tam tersine, oy birliği gibi görüldü. Oy birliği değil. Birçok farklı düşünen il başkanı var. Pratikte başka bir şey ortaya koyacak bir şey de olmadığı için -il başkanları için söylüyorum- bir şey çıkmadı. Ama ilçe yöneticileri, üyeler bazında ya da oy verenlere -300 bin küsür oy önemlidir- baktığımızda kesinlikle bu gidişe karşı bir durum var. Her şeye rağmen HAS Parti’ye oy verenler onun programına, anlayışına, siyaset kavrayışına yakın duran insanlardı. Ve bunlarda büyük bir tepki oluştu. Mesela gençler daha fazla karşı çıktı bu sürece. Klasik Milli Görüş’ten gelmeyen, ama bu partiyi benimseyen insanlar daha fazla karşı çıktı.
Mehmet Bekaroğlu, İl Örgütü’nün yapılan son toplantısında, partinin fiilen kapandığını ifade etti. Siz de Radikal’e yazdığınız yazıda, “Halkın Sesi’nin susmasına razı olmayanlar, bu mücadeleyi sürdürmeye kararlı” dediniz. Yeni bir proje mi var?
Tabii ki var. Olmak zorunda. HAS Parti, yeni bir siyaset kuruluşu, bir siyaset inşa hareketiydi. Bizim dışımızda HAS Parti’ye girmeyen birçok insan da var. Entellektüeller içinde, gençler içinde, böyle bir siyaset arayışı var. Biz de bu arayışın partisi olarak devam edeceğiz. Halkın Sesi Partisi’ne girmiş ama, bu sürece karşı olan insanlarla bir araya geleceğiz. Bir siyasal platform gibi… Önümüzdeki sürece bakacağız. Türkiye’deki gelişmelere göre, biz de siyasal bir tutum alacağız.
Sol gelenekten gelen bir isimsiniz. HAS Parti sizin için ne anlama geliyordu; şimdi ne yapmayı düşünüyorsunuz?
HAS Parti bu duruma gelmeden önce de toplantılarda şunu söylüyordum. HAS Parti olmasa da ben bu görüş doğrultusunda mücadele edeceğim diye. Evet esas olarak HAS Parti’nin programatik ilkeler çerçevesinde devam edeceğim. Eskisi gibi Kemalist ideolojiyle bu toplumu yönetmek mümkün değildi. Dolayısıyla yeni dönemde, merkez sağ siyaset bugün Ak Parti olarak şekillenmiş durumda. İslami hareket geleneğini de büyük ölçüde içerisine almış durumda. Biliyorsunuz, merkez sağ ve İslami ayrılmadığı zaman zaten tek parti iktidarları olmuş Türkiye’de.
Toplumsal adaletten, eşitlikten, toplumculuktan yanayım. Bu “halk partisi”, halk sınıflarının siyaseti olacaksa, bu ülkede bir gün, hegemonik bir güç karşısında, CHP ve sağa karşı halk siyaseti olacaksa, kesinlikle halkın farklı kimliklerdeki kesimlerinin yeni bir siyaset tarzıyla bir araya gelmesiyle gerçekleşeceğini düşünüyorum.
Bu hareket olduğu zaman mutlaka farklı bayraklar taşıyacaktır. Tek bir parti bayrağı olacaktır tabii, politik birlik anlamında. Kürt kimliğinin, Alevi kimliğin, diğer kimliklerin Müslüman, Sünni kimliğini taşıyan ama ortak bir politik çerçevede buluşan halkın siyasetinin olacağına inanıyorum. Şu anki arayışımızı bunun inşasında bir kanal olacağına inanıyorum. Ben ve Mehmet Bekaroğlu’nun yapmaya çalıştığı şey; o halk siyasetinin bir kanalının inşası.
Halkların Demokratik Kongresi’nin tarifliyorsunuz bir anlamda?
Halkların Demokratik Kongresi aslında bunu ima ediyor. Ama bunu yapacak nesnel duruma sahip değil diye düşünüyorum. Çünkü buradaki hegemonik güç Kürt halk kimliği mücadelesinin gücüdür. Halk tarafından da böyle algılanıyor. Ben ne kadar değilim dese de, hakikaten toplumun her kesimine açık bir siyaset izlese de reel olarak somut güçler olarak böyledir. Halkın algısında da böyledir. Bunun aşılması gerekir. Aşılamaz mı? Böyle bir şey söylemiyorum. Silahlar susmadıkça Türkiye’de bu sorunun aşılamayacağını düşünüyorum. Silahların susması için de hepimize rol düşüyor. Bunun için illa da HDK’lı olmak veya HDK’ya girmek gerekmiyor. Her toplumsal kesim ve siyaset silahların susması için, bu ülkede barışın olması için, barışçı bir çözüm için ama ben gerçekten o tip bir siyasetin olanaklarının ancak Kürt hareketinin de içinde olduğu silahların susmasıyla gündeme taşınabileceğini düşünüyorum. Çünkü onun önünde birçok psikolojik engel var. Asimetrik bir şey var. BDP, bütün sosyalist güçlerle birlikte yapıyor ama orada büyük bir asimetrik durum var. Sosyalistler herhangi bir sosyal kesimi temsil etmiyorlar. Bir Kürt halk gücü var, bunun yanında da küçük ideolojik-politik gruplar var. Bu sahici bir şey olmuyor. Dolayısıyla niyetler iyi olmasına rağmen bu dediğiniz şey gerçekleşmiyor. Daha güçlü bir sosyalist hareket olabilseydi Türkiye’de, belki toplumda bir yeri olan, sosyolojik gücü olsaydı bu daha olanaklı olabilirdi.
‘İSLAMİ KESİMDE GRUPLAŞMALAR OLACAK’
Geçtiğimiz 1 Mayıs’ta, kendilerini “Antikapitalist Müslüman Gençler” olarak ifade eden bir grup anlamlı bir çıkış yaptı. Devamı gelmedi. İslami kesim bu çıkışı nasıl karşıladı; siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
İslami kesim açısından ve daha büyük kesim açısından bakarsak, aslında bu mesela İslam dünyasında var, Türkiye’de Nurettin Topçu var, çok bilinen, Müslüman Anadolu sosyalizmin hareketini oluşturan. Soldan doktor Hikmet Kıvılcımlı’nın belli arayışları var. Son yıllara baktığımızda Bekaroğlu’yla Ertuğrul Günay’ın basın tarafından Müslüman sol diye adlandırılan arayışı var. HAS Parti kuruluş süreci içinde, Emek Adalet grubu oluştu. Zengin iftarlarını protesto etti. HAS Parti olarak geçen sene de 1 Mayıs’a katılmıştık 5-6 yerde. Bu sene, HAS Parti dışında gençlerin “Antikapitalist Müslümanlar” korteji oluşturmalarını, genel bir arayışın parçaları olarak görüyorum. Önümüzdeki dönemde bunların büyüyeceğini, farklı farklı gruplaşacağını düşünüyorum. Bunu kaçınılmaz olarak görüyorum.
Şimdi Türkiye’de aslında Sünni-Müslüman hep sağcı, bir insan sosyalist olursa ateist olmak zorunda gibi bir ön kabul var. Böyle bir şey yok. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir şey yok. Dinle siyasetin bu şekilde olduğu Türkiye gibi az ülkede var. Tunus gibi ülkelerde böyle bir sol olmaz. İnsanlar dinden çıkarak solcu olacak değiller. Dindar olduğu için soldan uzaklaşan değil, tam tersine kendi inancı içinde, bunu anlamlandırması gerekiyor. Dolayısıyla dini öyle okuması gerekiyor. Şimdi dinin çok farklı okumaları olabilir. Şöyle düşünüyorum. Din varoluşsal bir şey. Ölüm var oldukça, din olacaktır. Dinin ekonomiye siyasete ilişkin görüşleri, zaman içinde değişebilen yorumlara açıktır. Çeşitli dönemde, çeşitli kanaat önderleri farklı koşullar nedeniyle, sınıflar mücadelesi de buna dahildir, toplumun gelişmesi, dünya vb. farklı yorumlarla, dini öyle okur. Kendine inanan kanaat önderleri böyle aktarır ve öyle akımlar oluşur. Yoksa kim söyleyebilir ki, Sünni Müslümanlık krallığı mı savunuyor. Bunu söyleyebilir misiniz, alakası yok. Ama krallık da var, cumhuriyet de var, başkası da var. Şeriatçı diye genelleme yapıyoruz. Ne şeriatçısı. Suudi Arabistan krallığı şeriatçı, ona karşı silahlı mücadele verenler de şeriatçı. Nasıl oluyor bu. Politik şeylerdir bunlar.
Toplumda İslami hareket tek parça olarak görülüyor. Ama kaçınılmaz olarak bunun içinde sınıfsal farklılıklar da var?
Evet birçok sınıfsal farklılıklar var, diğer farklılıklar da olabilir. Kastettiğim bir yorum yok. Dolayısıyla kaçınılmaz bir şekilde, şimdiye kadar bunlar bütünlüklü olarak görülebilirdi. Bunun nedeni şu. Doğru ya da yanlış, dine inananlar kendilerini dışlanmış hissettiler bu ülkede. Tamam Sünni Türk bu ülkede. Hegemonik bir devlette diyanetle temsil ediliyordu ama, halkın taleplerini yansıtan bir şey değildi bu. Devletin kurduğu, çizdiği sınırlar içerisinde yaşıyordu. Hep kendisini dışlanmış olarak hissediyor bu kesimler. Dolayısıyla herkesi bir taraf içinde, kimlik sorunu açığa çıkması, kendi inançlarının yaşam tarzlarının kamusal hayat içinde görünür hale kılınması mücadelesinde bir eşik oluyordu.
Bu sorun aşıldığı zaman iç çelişkilerin ortaya çıkması çok daha kaçınılmaz olarak gündeme geliyor. O yüzden Ak Parti dönemi böylesi bir ayrışmanın çok önemli olduğu ve ortaya çıkardığı bir zemin hazırlamıştır. İleri bir hareket çıkacaktır Türkiye’de. Türkiye’de emperyalist işgal yok, otoriter rejim yok. Kapitalizm var. “Demokrasi” var. Herkes kendini ifade edebiliyor. Burada yeni bir İslami yorum, direkt antikapitalist olmak zorunda. Aslında Türkiye’de çıkacak muhalif okumaların kapitalist karşıtı okumalar olacağı, bütün İslam dünyasındaki bu tip arayışların en ilerisine doğru gideceğini düşünüyorum. Aynı zamanda bunun kendine özgü zorlukları olacağını düşünüyorum. Çünkü siz Şah’a karşı halkı bir araya getirebilirsiniz, bir İslam devrimi oluşturabilirsiniz veya firavuna karşı haksızlığa karşı bunu yapabilirsiniz. Çünkü emperyalizm onun uşağı halk kitlelerini dışlayan, demokrasi olmayan bir rejime karşı yapabilirsiniz. Burada öyle bir şey yok ki, burada nasıl yapacaksınız. Ak Parti’ye niye karşı çıkıyorsunuz? Allah’a şükür başımızda Müslüman bir hükümet. Müslüman cumhurbaşkanı… Peki sen niye muhalefet ediyorsun. Ben partili arkadaşlara bunu söylüyorum. “Sen niye muhalefet ediyorsun?” Ne kaldı geriye? Adalet… Gerçekten herkese özgürlük… Aleviler için de, Kürtler için de, kimliklerini özgürce yaşadığı bir ülke ve sosyal adalet. Bizim farkımız bu. Yani Ak Parti’den… Yoksa inanç farkı yok ki. O zaman mücadele antikapitalist nitelikler taşımak zorundadır. Türkiye’de çıkacak olan yeni İslami yorumların sol tandanslı İslami yorumların en ilerisi olacağına inanıyorum. Yarı şaka yarı ciddi şunu söylüyorum. Müslümanlar sosyalist olmadıkça bu ülke nasıl sosyalist olacak? Bu insanlar dini terk ederek değil, dini kapitalizm karşıtı yorumlayarak ancak katılabilirler buna. CHP’ye oy verdiğinde bile günaha girdiğini düşünen bir vatandaş, nasıl solu destekler?
Türkiye’de bunun çeşitli arayışları vardır. İslami açıdan böyle yorumluyorum.
‘SOL MÜSLÜMANLARI DIŞLADI’
Sol açısından ise bence, sol bu gerçeklikle yüz yüze geldi. Aslında sol bu açıdan eleştirilmesi gereken bir pozisyonda. Bir yandan bazı solculara bakarsanız, Türkiye’nin geri kalmışlığı, solun gelişmemesinin tek nedeni İslamiyet, Müslümanlık. Onlara şunu sormak lazım. Peki siz ne zaman din ve siyaseti tartıştınız? Hangi oturumda, panelde, forumda vb… Ben hatırlamıyorum. Müslümanlık ve sol, müslümanlık ve sağ siyaset vb. Böyle bir şey var mı, yok? Hem temel sorun olarak görülmüştür, hem de suskunluk var. Onu gündemine almayan, tartışmayan, irdelemeyen bir hareket olabilir mi? Ve nihayet bu Ak Parti hükümetinden sonra böyle hareketler, solun bazı gruplarının bence kendini aşma, kendine eleştirel bakma konusunda yaklaşımları var. Bunları görüyoruz. Bunu da sağlıklı bir süreç olarak görüyorum. Hani bu ülkede kitlesel bir emek hareketi olacaksa, bir halk siyaseti olacaksa, melez olacaktır, özdeyiş olarak bunu söylüyorum. Dünyada da böyledir. Brezilya İşçi Partisi Marksist Leninistlerin oy verdiğini zannediyorlar, oraya gidin, asıl taban örgütü katolik kilisesidir. Gidin MST’ye… Chavez’i kim desteklemiştir. Chavez’i Küba’ya uğurluyorlar, arabanın etrafında binlerce haçla, papazla gidiyorlar. Bizde bir solcu cumaya gitse, gitti solculuğu. Böyle bir şey olmaz.
Sorarsanız bizim solculara, “biz Müslümanları ne zaman dışladık ki, geldiler de almadık mı?” O şuna benziyor, “tabi canım, Kürtleri de biz dışlamadık. Kürtler cumhurbaşkanı da oluyordu, başbakan da oluyordu. Kürtleri dışladı mı Türkiye Cumhuriyeti, hepsine eşit davranmadı mı?” Bizim solcuların, Müslümanlara yaklaşımı bu. Sol tabii ki dışladı. Türkiye Cumhuriyeti de kimseyi dışlamadı, herkes eşit yurttaş, ama o kimliği unuttuğu müddetçe. Soruyorum, ÖDP veya EMEP’in genel başkanları cumaya gitse ne olur yani. Hayal edebiliyor musunuz?

30 Temmuz 2012 Pazartesi

Yeni cumhuriyet'in kimlik muamması

Başbakan Erdoğan, Köşk’e çıkmadan önce AK Parti’yi kurumsallaştırmak için hamleler yapıyor. Numan Kurtulmuş’un partiye daveti bunun bir parçası. Asıl büyük sorun, rejimin dönüşmesinden sonra oluşan ideolojik boşluğun nasıl doldurulacağı. En zoru da ‘yeni cumhuriyet’te bir kimlik inşa etmek.
Girdiği üç seçimi kazanmış partinin lideri kudretli siyasetçinin -ameliyat için vücuduna narkoz verildiği dakikalarda- 'sır küpü' olarak gördüğü bir bürokratı cezaevine koymak için düğmeye basılacaktır. Ülkenin gizli servisinin patronu olan bürokratı bertaraf etme operasyonu, cerrahi operasyonla eş zamanlı olarak kurgulanmıştır. Bunun için siyasetçiye ne zaman narkoz verileceği öğrenilmiştir. Bu hassas operasyon planı, ameliyat rutin bir sebepten ötürü gecikince altüst olur. Siyasetçi, güvendiği bürokrata yönelik operasyonu, ameliyata alınmadan öğrenir ve 'karşı operasyon' için düğmeye basar. İngiliz casusluk romanları yazarı Frederick Forsyth'ın bir eserinden uyarlanmış filmin başlangıç sahnelerini oluşturabilecek bu olay Türkiye'de aynen yaşandı. Emniyet ve yargıda örgütlenmiş 'paralel devlet' yapılanması, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın en güvendiği bürokratlardan biri olan Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Müsteşarı Hakan Fidan'ı 7 Şubat 2012'de şüpheli sıfatıyla ifadeye çağırdı. O gün bu gündür Erdoğan'ın, siyasal ve bürokratik alanda gözle görülür bir taktik değişikliğine gittiği görülüyor. Erdoğan, bir taraftan '7 Şubat operasyonu'nu kurgulayan zihniyetin bürokrasideki etkinliğini kırıyor, bir taraftan da siyasette hem kendi özüne dönme, hem de çevreyi genişleterek safları sıklaştırma olarak yorumlanabilecek hamleler yapıyor. Siyasetteki en büyük hamle, HAS Parti Genel Başkanı Numan Kurtulmuş ve onunla beraber hareket edecek isimlerle birleşme çağrısı oldu. Teklife Kurtulmuş ve çevresi de sıcak bakıyor. Kurtulmuş'un, "Fikirlerimiz olgunlaştı, ama takvim veremem," açıklaması bunun bir kanıtı. Birleşme sürecinin bir ay içinde tamamlanması bekleniyor. Yıllık iznimizin bir bölümünü kullandığımız için iki hafta ara verdiğimiz Üç Boyutlu Portre'nin bu haftaki konusu, Numan Kurtulmuş ve AK Parti'nin geleceği. İşe, Kurtulmuş'u kısaca tanıtmakla başlayalım: Kurtulmuş, 23 Mart 1959 Ordu Ünye doğumlu. İsmini, Birinci Dünya Savaşı'nda hem şark, hem de garp cephesinde savaşmış ve Sakarya Meydan Muharebesi'nde yaralanmış dedesi binbaşı Numan Kurtulmuş'tan almış. Babası, merhum İsmail Niyazi Kurtulmuş bir doktordu ve İlim Yayma Cemiyeti'nin kurucularındandı. Numan Kurtulmuş'un 1988 yılında evlendiği eşi, üç çocuğunun annesi Doç. Dr. Sevgi Kurtulmuş da İstanbul Üniversitesi'nden başörtülü olduğu gerekçesiyle uzaklaştırılmış bir akademisyen. 2007 yılında vefat eden Sabahattin Zaim'in öğrencilerinden olan Numan Kurtulmuş'un siyasetten önce piştiği yer akademi. Kurtulmuş, İstanbul İmam Hatip Lisesi'nden sonra İstanbul Üniversitesi (İ.Ü.) İşletme Fakültesi'ni bitirdi. Aynı fakültede yüksek lisans yaptı. 1988-1989 yılları arasında ABD'de Temple Üniversitesi'nde lisansüstü çalışmalarına devam etti. 1990-1993 yıllarında ABD'de Cornell Üniversitesi'nde misafir öğretim üyesi olarak görev yaptı ve doktorasını verdi. 1994'te İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'nde doçent oldu. 1998 yılında Fazilet Partisi'ne (FP) girerek siyasete adım attı. 2001'de FP'nin kapatılmasının ardından Saadet Partisi'ne (SP) katıldı. Siyasete girmesi, akademik kariyerini kesintiye uğratmadı. 2004 yılında profesör unvanını aldı. 2008'de yapılan kongrede SP'nin genel başkanı oldu. 2010 kongresinde yeniden başkan seçildi. Ancak partinin yönetim kurullarına girecek isimlerin belirlenmesindeki anlaşmazlıktan ötürü SP'den ayrıldı. O dönemde AK Parti'ye katılacağı yönünde söylentiler ortaya atıldı. Ancak Kurtulmuş HAS Parti'yi kurdu. Birleşme süreci tamamlanınca AK Parti'ye katılma söylentisi iki yıl gecikmeyle gerçekleşmiş olacak.

ERDOĞAN'IN GELECEK PLANI
Başbakan Erdoğan'ın Numan Kurtulmuş'a daveti, AK Parti ve Türkiye'nin geleceğine dair kaygı ve planlarıyla ilgili. Erdoğan, AK Parti'nin kurumsallaşmasını istiyor. Kendisi 2014'te Köşk'e çıktıktan sonra partisinin, Turgut Özal'ın ANAP'ı gibi bir akıbete maruz kalmasını, yani başarısız olmasını istemiyor. Kurtulmuş, yeni Türkiye denkleminde HAS Parti Genel Başkan Yardımcısı Erol Erdoğan'ın söylediği gibi muhafazakârlar arası ittifakın bir arada tutulmasına ve Kürt sorununun çözümüne katkı sağlayabilecek bir isim gibi görünüyor. Tabii bunu ille de 2014 sonrası AK Parti'nin başına geçerek yapması gerekmez. Geçse de geçmese de kendisinden beklenenin, çözüm süreçlerine katkıda bulunmak olduğunu görmek zor değil. Kürt sorunu, AK Parti'nin ve yeni Türkiye'nin en öncelikli sorunu. Sorunun çözümüne yönelik siyasi adımların çoğu atıldı. Ancak PKK, süreci baltalıyor. Ve sorun Suriye'deki son gelişmeler göz önüne alındığında giderek daha uluslararası bir mesele haline geliyor. PKK, 28 yıl önce 'Büyük Kürdistan' savaşını devlet geleneği en güçlü parçadan başlatmıştı ve başarısız oldu. Bununla birlikte uluslararası güçlerin Ortadoğu'yla ilgili tasarruflarının etkisiyle Kuzey Irak'ta ve Suriye'de otonom Kürt bölgeleri oluştu. Kim bilir, aynı şey önümüzdeki yıllarda İran'da da olabilir. Birbirine komşu bu üç coğrafyadaki Kürt yönetimleri, ancak Türkiye ile bütünleşirlerse Batı'ya açılabilirler. Harita değişikliği veya otonomi tahsisi gibi hassas konularda halen Batı etkili ve Türkiye de Batı'nın bir parçası. Elbette Irak'tan sonra şimdi de Suriye'de Kürtler lehine oluşan 'de facto' durumun diğer iki parçadaki Kürtler'i heyecanlandırmayacağı düşünülemez. Ama Türkiye, görece demokratik ve laik rejiminden ötürü (Bunu korumayı becerebilirse) güçlü bir özerklik veya bağımsızlık talebiyle karşılaşmayacaktır. Yine de Kürt sorunu, PKK dağdan inmeden tam anlamıyla çözülmüş sayılamayacağına göre örgütle mücadelenin, gündemi 2014 sonrasında da meşgul etmesi muhtemel.

EN ZORU KİMLİK İNŞASI
AK Parti, kurulup iktidara geldiği günden beri Ergenekon operasyonunun başladığı 12 Haziran 2007'de ve 7 Şubat 2012'de olduğu gibi taktik değiştirse de temel stratejisini hiçbir zaman değiştirmedi: Türkiye'yi ekonomik olarak kalkındırmak, değişen dünya düzenine uyumlu hale getirmek, dış politikada söz sahibi bir ülke yapmak, ülkenin temel sorunlarını çözmek ve siyaseti kurumsallaştırmak. Şimdi daha uzun vadeli, iddialı bir misyona soyunuyor: Türkiye'nin kültürel harcını yeniden karmak/şekillendirmek. Bunun zor olduğunu görmek gerekiyor. Siyaset, ekonomi ve bürokrasiyi değiştirmek ısrarlı bir çabayla mümkün oldu, ama iş, 'kültürel hegemonya' kurmaya ve toplum inşasına gelince AK Parti'nin, Kemalizm'in karşılaştığı sorunlardan daha derin sorunlarla ve güçlü toplumsal dirençlerle karşılaşacağını düşünüyorum. Zira en zoru kimlik inşasıdır. Seçmen AK Parti'ye ilk dönemde öncelikle ekonomiyi düze çıkarması, başarılı olunca da biriken sorunları çözmesi için oy vermişti. AK Parti'den rejimi dönüştürmek, yeni bir siyasi-kültürel paradigma ve vatandaş kimliği yaratmak, entelektüel semboller ve anlamlar üretmek gibi beklentileri yoktu. Paradigma yaratma ve kimlik inşası arayışı, Kemalizm'in çöküşünden sonra boşluğu bir 'neo-Kemalizm' dolduramayacağına göre ortaya çıkan ideolojik ve kültürel boşluğun doldurulmasını amaçlıyor. Kemalizm, Soğuk Savaş, ömrünü yaklaşık 40 sene uzattığı halde sonuçta kendini yenileyemediği için çöktü. Eski Türkiye, laik ve ulusal paradigmaların entelektüel ve teorik derinlikle değil, semboller düzeyinde yaşatıldığı bir ülkeydi. Yeni Türkiye'de ülkenin üç ana akımının (muhafazakârlar, laik Türkler ve Kürtler) hassasiyetlerinin mümkün olduğunca eşit biçimde gözetildiği yeni bir sisteme ihtiyaç var. AK Parti, kendi paradigmasını yerleştirmeye çalışmak yerine her üç kesimin eşit derecede sisteme katılmasını sağlamalı.

YENİ TÜRKİYE BATI'DAN KOPMAZ
Birinci Türkiye Cumhuriyeti, Batı ile yapılan yoğun pazarlıklar çerçevesinde Batı blokunun bir parçası olarak kurulmuştu. Liberallerin 'İkinci Cumhuriyet' dediği rejimin de Batı'dan koparak kurulacağını düşünmek yanlış olur. AK Parti, Milli Görüş geleneğini 'anti-Batıcı' çizgiden uzaklaştırdı, Türkiye'deki muhafazakâr tabanı sosyo-kültürel ve politik olarak Batı blokuna büyük oranda yaklaştırdı. (İslamcı tabanın belirli bir kesiminde 'anti-Amerikancılık' hâlâ geçerli bir fikirdir ama büyük resmi etkileyecek ölçüde değil…) Numan Kurtulmuş'un da AK Parti'de ne tür bir görev alırsa alsın Batı ile uyumsuz bir siyasi çizgiyi benimsemeyeceği öngörülebilir. Üç dönemdir milletvekili olan siyasetçiler arasından yeni bir lider çıkarmak, AK Parti'nin şu anki tüzüğüne aykırı olduğuna göre Kurtulmuş'un lider olma ihtimali yabana atılmamalı. Erdoğan'dan sonra AK Parti'nin başına geçse bile Kurtulmuş'un, Erdoğan'ın yakaladığı siyasi başarıyı yakalaması çok güç. Bunun birinci sebebi, AK Parti'yi kurumsallaştırma yönündeki bütün çabalara rağmen 'post-Erdoğan' döneminde partinin ilk üç dönemdeki gibi başarılı ve etkili olmasının tarihsel zorluğu. İkinci sebep ise Erdoğan'ın siyasetteki kişisel yetenekleri ve iki siyasetçinin sınıfsal kökenleri arasındaki fark.Erdoğan'ın siyasi başarısının temel nedeni, geniş bir toplumsal çevreyi, eski merkeze alternatif yeni bir merkezde toplayabilecek bir sınıfsal kökenden gelmesiydi. Benzer bir şeyi, futbolda Fatih Terim'in, müzikte Orhan Gencebay'ın ve sinemada Yılmaz Güney'in yaptığını daha önce yazmıştık. Süleyman Demirel de siyasette aynı potansiyelle yola çıktı, ama eski merkezin bir parçası olma yolunu seçtiği için bunu başaramadı. Erdoğan, sınıfsal kökenini muhafazakâr kimliği ile birleştirdi ve dipten yukarı doğru büyük bir siyasi dalga yarattı. Rejimi dönüştüren bu siyasetin, Kemalizm'e alternatif bir kültürel paradigma ve kimlik yaratıp yaratamayacağını zaman gösterecek

28 Temmuz 2012 Cumartesi

Siyaset simyacıları

Ayşe Böhürler
21 Temmuz 2012 Cumartesi
Has Parti ile Ak Parti buluşması, Numan Kurtulmuş'un Ak Parti'ye geçme kararı, hala son günlerin en çok konuşulan konularından birisi. Varsayımlar, öngörüler, hesaplamalar... Formülleri dinlerken sanki Türkiye'yi İsviçre'deki Cern merkezi gibi hissettim. Zannedersiniz siyasetin her bir faktörü denetimli laboratuar koşullarında yapılıyor. Üstelik oralarda bile 2+2'nin hep aynı sonucu verdiğinden kimse emin değil. Bu konuda yorum yapanları nedense altın bulma ümidiyle gece gündüz çalışan hayalperest ortaçağ simyacılarına benzetiyorum.
Eskiden olsa "vay vay Milli Görüş gömleğini çıkarmadılar, demedim mi ben size" türü yazılar okurduk. Şimdilerde ise böyle yazılar yerine (aleni ya da gizli) güya milimetrik, şaşmayacağına inanılan bilim-kurgu-siyaset öngörülerini okuyoruz.
Diğerleri nasıl sanal ve gerçeklerden uzak ve kasıtlı ise bunlar da öyle diye düşünüyorum.
Ramazan vesilesi ile herkese tevekkül öneriyorum.
...
Numan Kurtulmuş'un Ak Parti'ye geçmesi, bir kan uyuşmazlığı ortaya çıkarmaz. İki partinin seçmen kitlesi de zemini de ilkesel olarak benzerlikler gösterir. Yani kimse kimseyi yadırgamaz. Kişisel tepkileri, düşmanlıkları olanları ayrı tutuyorum tabii ki!
Has Parti, İslamcı bir muhalefet çizgisinde duruşu olan, yer yer toplumcu-sol siyasetin slogan ve söylemlerini benimsemiş bir partiydi. Ancak beslenilen kültürel kaynaklar, siyasi dili oluşturan öğeler, değerler kapsamında hiç bir zaman Ak Parti ile birbirine zıt bir çizgiye sahip olmadı.
Aynı numaralı fıkralara gülen, aynı sembollere sahip çıkan, aynı yazarların fikirleri ile şekillenen zihniyet dünyaları ile birçok noktada aynı ortak yaşam paydalarına sahiptiler.
Ak Parti kurulduğu andan itibaren sağ görüş içinde yelpazesini çok geniş tutu. İçinde barındırdığı görüşleri sağ yelpaze içinde ideolojik olarak sınırlandırmadan, bir uçtan bir uca genişletebilecek bir potansiyele sahipti. Hatta sağa yakın duran sol kesimi de bu yelpazenin içine aldı. Meclis'ten teşkilatlara bu yaklaşım partinin dinamizmini sağlayan bir güç olarak da hep varlığını korudu.
...
Her katılım ve farklılığın kan uyuşmazlığı olmadığı sürece zenginliğe dönüşmesi, Parti'yi güçlendiren bir siyasi çekicilik de ortaya çıkarıyor.
Ancak bu katılımlar katılan kişi açısından da Parti açısından da öyle çok da kolay olmuyor. Partinin çekirdek ekibini korumak isteyenler, bizi bozar diyenler, kişisel rekabet süreçleri içinde her katılımı kendi mevki ve makamları ya da kariyer planları için tehdit olarak algılayanlar mevcut ve hep olacak. Ancak siyaset, bu duygulara rağmen ortak paydalarda hareket etme stratejisi üzerine kurulduğunda geliştirici bir hal alıyor. Yoksa konular dar alanda kısa paslaşmalar, biz bize konuşmalar şeklinde devam edip gidiyor.
Bu nedenle kan uyuşmazlığı olmadığına inandığım değerli isimlerin siyasi görüş farkları olsa dahi Ak Parti'ye katılımlarını destekliyorum. Eski siyaset alışkanlıkları, bu tür katılımları genellikle pazarlıklar üzerinden örgütlemeyi adet edinmişken burada bu tavırların tamamen terk edilmesi, siyaseti daha da güçlendiriyor.
Siyaset mekanizmasının güçlenmesi ise sanıldığının tersine etki yapacak daha demokratik bir toplum için daha güçlü bir sinerji oluşturacaktır. Ayrıca parti içi statükocu eğilimlerin kemikleşmesine mani olacaktır.
Ayrıca tarihte simyacıların çabaları çoğu zaman başarısızlıkla sonuçlanmış. Bundan da ders almak lazım.

AK Parti'nin yeni ittifak stratejisi ve HAS Parti ile bütünleşme

Murat YILMAZ -Sabah -14.07.2012

AK Parti, kurulduğu günden itibaren Türkiye'deki değişim ve demokrasi isteyen cephenin siyasi aktörü olmaya çalışıyor. Bunu başarabilmesinin yolu, AK Parti'nin bu cephenin siyasi ittifakına dayanmasıdır. AK Parti kuruluşu ve sonrasında bu ittifak sistemini genişletmeye çalıştı. Bunun zirvesi, 12 Eylül 2010 anayasa referandumunda yakalanan %58 kabul oyudur. 12 Haziran 2011 genel seçimlerinde, bu oyun ancak %50 nispetinde AK Parti oyuna dönüşmüş olması, bir yandan genişleme stratejisinin büyük ölçüde başarıldığını gösterirken, öte yandan AK Parti'ye gelmeyen %8'lik oy da genişleme potansiyelinin varlığını işaret etmektedir.
Bu vadide AK Parti'nin, Numan Kurtulmuş ve HAS Parti'yle bütünleşme daveti ve eski DP Genel Başkanı Süleyman Soylu'ya yönelik böyle bir davetten bahsedilmesi ne anlama gelmektedir?

Bütünleşmenin bağlamı
Önümüzdeki dönemde, AK Parti'nin Türkiye siyasetindeki istikbali üzerinde doğrudan etkide bulunacak üç seçimin varlığı (yerel seçimler, Cumhurbaşkanlığı seçimi ve genel seçimler), siyasetin üzerinde muazzam bir baskı oluşturmaya başladı. Özellikle Cumhurbaşkanlığında ilk ve/ya ikinci turda %50 çoğunluk şartının mevcudiyeti, siyasi ittifakları hayati hale getiriyor. Bu bakımdan küçük ama etkin siyasi aktörlerle ittifakların kalıcı hale getirilmesi önem kazanıyor. Eğer bu ittifaklar bugünden temin edilmezse, karşı cephenin hareket alanı büyüyebilir. Bu bağlamda AK Parti açısından özellikle referandumda %58'lik oy oranının muhafaza edilerek muhalefetin %42'lik alana hapsedilmesi öncelikli hale geliyor.
AK Parti nasıl kendi etrafındaki ittifakı genişletmeye çalışıyorsa, AK Parti karşıtı cephe de bu ittifakı bozmaya çalışıyor. Nitekim 12 Haziran 2011 sonrasında muhalefet, AK Parti'nin etrafındaki cephenin hatta AK Parti'nin içinin dağıtılmasını stratejik öncelik haline getirdi. Reform sürecinin hız ve yöntemindeki farklılıklardan dolayı önce liberallerle, Kürt sorununun tam anlamıyla çözülememesi ve Uludere hadisesi dolayısıyla AK Parti'nin Kürt seçmeniyle ve yargıdaki anlaşmazlık dolayısıyla cemaatle AK Parti'nin ittifakının bozulduğu iddia edildi. Ancak yapılan kamuoyu yoklamaları, bu problemlerin bir kopuşa yol açmadığını ve AK Parti'nin, 12 Haziran seçimlerinde aldığı oy oranının azalmadığını gösterdi.

Erdoğan'ın stratejisi

Başbakan Erdoğan, siyasi yelpazenin bugünkü haliyle de Cumhurbaşkanı olabilir. Ancak Erdoğan, Başbakanlık ve AK Parti Genel Başkanlığından ayrılmasının yaratabileceği boşluğu dikkate alarak arkasında güçlü bir parti bırakmak istiyor. Ayrıca AK Parti'nin gücü ve Erdoğan'ın %50'nin üstünde bir oyla ilk turda Cumhurbaşkanı seçilmesi de, başkanlık ve yarı-başkanlık sisteminin kapılarını fiilen aralayabilir. AK Parti tüzüğündeki üç dönemin aşılmaması şartı da, bir yandan AK Parti'nin yeni ittifaklara girerek nitelikli kadro devşirmesini mümkün hale getiriyor, diğer yandan da AK Parti'nin üç dönemlik iktidar yıpranması karşısında kendisini yenilemesine imkân veriyor.
Erdoğan, bu yenilenmeyi kendisinden sonraya bırakmıyor. Kendi kontrolünde bir yenilenmeyle, AK Parti içinde Özal sonrası Anavatan Partisi'nde yaşanan problemlerin yaşanmasına izin vermeyeceğini gösteriyor. Erdoğan aynı zamanda beraber siyaset yaptığı ve referandumda kendisini destekleyen çevrelere jestler yaparak lider olarak vefasını da gösteriyor.
AK Parti'nin Numan Kurtulmuş ve HAS Parti ile başlayan yeni ittifak stratejisi, AK Parti'nin yorulduğu, reformcu kimliğinden vazgeçtiği ve AK Parti etrafındaki ittifakın dağıldığına ilişkin iddialara verilen yerinde bir siyasi cevaptır. Aynı zamanda 2014 seçim kampanyasına güçlü bir hamleyle başlandığının ilanıdır. Numan Kurtulmuş'la yapılan bütünleşme görüşmesinin ana ekseni budur. Bu çerçevede, gündeme getirilen liderlik iddiaları, kafaları karıştırmaya yönelik tedavüle sokulan bir muhalefet stratejisidir. AK Parti karşıtı cephenin bu siyasi hamleye ne cevap vereceği, önümüzdeki 10 yılı tayin edecek ehemmiyettedir. Ancak karşı cephenin bunu algılayabilecek halde olup olmadığı tartışmalıdır.

HAS Parti hamlesi neden? 

GÜLTEKİN AVCI   BUGÜN    15 Tem 2012

AK Parti mahreçli pek çok açılım yaşadık.

Demokratik açılım, devletin Cumhuriyet'in kuruluşundan bu yana düştüğü ayıptan kurtulma ve normalleşme refleksiydi.

Alevi, Roman ve Ermeni vatandaşlarımıza yönelik açılımlar, yine demokrasi ve hukuk devleti olmanın gereğiydi.

Bu defa AK Parti farklı bir açılım ve hamle içinde.

Siyasete yön verme hedefiyle arzı endam eden, rutin dışı bir genişleme hamlesi bu.

Kuşkusuz AK Parti açısından rasyonel bir stratejik hamle.

Stratejik bir hamle diyorum zira, bu siyasal manevranın en önemli dinamiğini 2014 sonrası AK Parti mimarisi teşkil ediyor.

Önümüzdeki seçimlerde ve Erdoğan'ın muhtemel Cumhurbaşkanlığı karşısında AK Parti iki sıkıntıyla karşı karşıya kalacaktır.

Biri AK Parti'yi sürükleyebilecek bir lider, diğeri muhtemel oy kayıplarında AK Parti seçmeninin kapısını çalması muhtemel siyasal kimlikler ve adresler meselesidir.

Erdoğan, taşıdığı liderlik vasfıyla AK Parti için geminin yelkenlerini şişiren rüzgârdı.

Abdullah Gül'ün tekrar partinin başına geçtiğini düşünsek bile Erdoğan'la aynı efekti doğurmayacağı aşikârdır.

Başarılı bir Cumhurbaşkanı'yla, liderlik karizması taşıyan bir parti genel başkanı çok farklı kimliklerdir.

Deniz Baykal'dan sonra CHP'de suların bir türlü durulmamasının önemli bir sebebi de lider zafiyetidir.

Lider, partisinin oylarıyla değil, ruhu ve tavrıyla tezahür eder.

Ve lider, kaptanlık yaptığı ekibe şahsiyetini bir manto gibi giydiren adamdır.

Cazibesi, birikimi, ikna gücü ve hitabetiyle takipçilerinde tereddüde mahal bırakmaz.

Parti içinde farklı mumlar yansa bile, lider gibi bir kuzey rüzgârı karşısında şansları yoktur.

Bu liderlik kumaşı da her yerde bulunmaz.

HAS Parti hamlesinin Taha Akyol'un dediği gibi Cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan için yüksek bir oy oranı gayesiyle yapıldığına hiç ihtimal vermiyorum.

1-2 puan farkla Cumhurbaşkanı seçilen kişinin meşruiyet veya güç zafiyeti söz konusu değildir.

ABD başkanları çoğunlukla küçük farklarla birbirini geçebiliyorlar.

2008 seçimlerinde John Mccain %45 oy ve Obama %52 oy almıştı.

2004'te ise John Kerry'nin %48'lik oy oranını, G.W. Bush %50'yle kıl payı geçmişti.

ABD tarihinde sonuçları birbirine en yakın başkanlık seçimi ise 2000 yılında Al Gore ve G.W. Bush arasındaydı.

Seçimin kesin sonucu aylarca belli olmadı.

Sonuçlar kesinleştikten sonra Al Gore daha yüksek sayıda seçmenin oyunu almış olmasına rağmen, ABD'nin her eyalette ayrı çoğunluk sağlama esasına dayanan seçim sistemi sebebiyle George W. Bush başkan ilan edildi.

Hiçbir polemik de olmadı.

Erdoğan'ın %51'le veya %58-60'la Cumhurbaşkanı seçilmesi arasında etkileyici bir fark ve sonuçtan bahsetmek mümkün değil.

Partili Cumhurbaşkanı veya yarı başkanlık sistemi olmadan Cumhurbaşkanı'na verilen oyun, aynen siyasal partiye yansıması da söz konusu değildir.

Seçmeni kuşatma stratejisi

O halde HAS Parti, Süleyman Soylu ve hatta Erbakanlar hamlesinin hakiki esbabı mucibesi nedir?

Bence AK Parti, oy potansiyelinde gerçekleşecek muhtemel kayıplara veya farklı arayışlara yönelik alternatifleri bu tür entegrasyon ve transferlerle ortadan kaldırmayı hedefliyor.

Seçmene "Bize alternatif umutların hepsi yine bizde" mesajı veriliyor.

Akıllıca bir seçmen kuşatma stratejisi.

HAS Parti büyük ölçüde AK Parti'nin faaliyet gösterdiği ve hitap ettiği siyasal kitleye talipti.

Varlığı bir manada AK Parti'nin yokluğuyla bilinecekti.

Bu itibarla AK Parti çözülüp sahneden çekilmeden HAS Parti'nin atak yapma şansı asla yoktu.

Lakin AK Parti seçmenince tasvip edilmeyen politikalar ve Erdoğan'ın Cumhurbaşkanlığı sonrası AK Parti'de yaşanacak lider zafiyetinin oluşturacağı oy erozyonu dikkate alınarak, seçmenin kayabileceği alternatif siyasal adresler önem arz ediyordu.

AK Parti seçmeninin CHP veya MHP'nin kapısını çalması oldukça zordur.

Gideceği mecralar sınırlıdır.

BBP ise merhum Yazıcıoğlu zamanından bu yana kendisine yönelik sevginin bir türlü oya dönüşmediği bir partidir.

Erdoğan dışında milletin teveccüh gösterebileceği bir liderlik kumaşı taşıyan en önemli iki isim Numan Kurtulmuş ve Süleyman Soylu'dur.

Her iki isim de milletin nabzını tutabilen değerli siyasetçilerdir.

Bu iki ismin AK Parti dışında alternatif bir siyasal lider/adres olma ihtimali, mevcut hamle sonuç verirse bertaraf edilmektedir.

27 Temmuz 2012 Cuma



BEKAROĞLU'NUN RADİKAL RÖPORTAJI: ‘TAYYİP BEY USTALIĞINI KULLANDI’


Radikal’den Pınar Öğünç’ün röportajı:
Numan Kurtulmuş AK Parti’ye geçti, HAS Parti’nin akıbeti muamma. ‘Yol arkadaşı’ Mehmet Bekâroğlu’yla ‘Müslüman sol’u konuştuk.
Son dönemde Halkın Sesi Partisi’nde (HAS Parti) yaşananlar üzerine bir dolu siyasi analiz yapılabilir. Ama siz nasıl hissediyorsunuz onu merak ediyorum.
Ben de yokladım kendimi, neler oluyor diye. Şaşkınım diyemem. İşaretleri vardı çünkü. Ama tabii insan burukluk hissediyor. Yoruldum mu diye soruyorum kendime. Ama netim, ne olduğunu çok rahat bir biçimde tanımlayabiliyorum.
Sizin bu ilk de değil. Ertuğrul Günay ’la da benzer bir durumu yaşamıştınız. Özeleştiri yaptınız mı? Belki siz iyi tahlil edemiyorsunuz. Belki baştan yollar ayrı.
Doğru, eleştirdim. Belki de herkesten özür dilemem lazım. Doğru, yol arkadaşı konusunda daha dikkatli olmam gerekiyor. Ama aldatma şeklinde bakacaksak, ben aldatılan olmayı tercih ederim. Arkadaşım Ertuğrul Günay ’ın yakın zamanda yaşadığı iki olaya bakınca acınacak durumda olan ben değilim.
AK Parti , HAS parti çerçevesinde söylediklerinde ısrarcı bir Numan Kurtulmuş istemez. Ama bambaşka bir insana da dönüşmez herhalde. Öyle düşünüyor insan. Kurtulmuş, AK Parti ’de bir tür değişime yol açabilir mi?
“Bu yanlıştır, doğrusunu yapacağım” diyorsanız, bu emeğinizle kaza kaza gideceğiniz bir yoldur. Arkadaşım kusura bakmasın, birinin himmetiyle bir yere gelecek, orada bugüne kadarki düşüncelerini uygulayacak, olabilir mi? Güzel şeyler yapsın ben de isterim ama mantıklı değil. Yapacağı duble yolla da ben ilgilenmiyorum. Ben geçim korkusuyla, kula kullukla, yardım kuyruklarıyla ilgiliyim.
‘Müslüman sol’ diye özetleyebileceğimiz siyaset, entelektüel bir arayışı aşabilir mi? Bunun tabanı var mı Türkiye ’de?
Bizimki entelektüel bir hareket değil, teori falan çalışmıyoruz. Şimdilik öyle görünüyor olabilir. Bu Müslüman bir toplum ve bu toplumda hak, adalet, özgürlük arayışının tutması gerekiyor. Fakat din hep başka şeylerin aracı olarak kullanılmış. Sol da bu ülkeye hak, hukuk arayışı üzerinden değil, tuhaf biçimde yaşam tarzı üzerinden gelmiş. Bu iki tarafta bir tarihsel hata var. Bütün bu haksızlıklar, eşitsizlikler, taşeronlaşmalar bir Müslüman tarafından nasıl izah edilebilir? Biz edilemez diyoruz. Müslümanlığın içinde zaten olan bu arayışı örgütleyelim istiyoruz. Anlatacaksınız, insanlar dinleyecek. Bir nokta var, oraya kadar mücadele edeceksiniz. Karşılığını sonra görürsünüz. İnsanlar bizi anlamıyor, toplumda karşılığı yok gibi fikirlere inanmıyorum.
Peki HAS Parti o söz ettiğiniz noktaya geliyor muydu? Ne kadar uzağındaydı ya da?
HAS Parti ilk amacına ulaşmıştı. İktidar bizden rahatsız oluyordu, bu kesin. Tayyip Bey hep bu toplumu kimlikler, yaşam tarzları üzerinden bölerek iktidarını kurdu. Vesayet sistemini, 28 Şubat’ı gösterdi. Millet vasayetçilerin karşısında kimi görürse ona rey verdi, bu doğal ve alkışlanacak bir reflekstir. Fakat bunun sonuna gelindi. Tayyip Bey kendisi merkez oldu, devlet oldu. Daha da önemlisi Anadolu ’dan hak talebiyle yürüyen, içinde dindarlığın, Müslümanlığın olduğu dalga, hükümet oldu, şu oldu, bu oldu ve firavunlaştı, Karunlaştı. Mahalle bu şekilde bölünmeye başladı. Bizimkiler falan ama aşağıda 800 lira maaşla geçinen biri için nereye kadar ‘bizimkiler’? Aşağısı homurdanıyor, hissediyorum, değiyorum o insanlara. Dayanabilseydik, örgütleyebilseydik anlam kazanacaktı o homurdanma. İktidara endeksli bir iş yapmıyoruz ki. Yavaş yavaş olacaktı. Önemli bir eşiğe gelmişken, Tayyip Bey ustalığını kullandı. Hem vicdanını rahatsız eden bir odağı ortadan kaldırdı. Hem de oradan önemli bir aktörü bünyesine kattı. En büyük yarayı alacağı yerdi; yumuşak karnını geçmişiyle temiz, toplumun tanıdığı bir insanla telafi etmek istedi böyle.
Aşağıda görünmeyen bir homurdanmadan söz ediyorsunuz. Bir de ilginç geldiğinden herhalde, daha da görünür kılınan çoğu genç bir Müslüman kitlenin muhalefeti var. Mülkiyetin paylaşımı üzerinden konuşan, antikapitalizmden söz eden Müslüman kitle. Mesela onlar Erdoğan’ın bu ustaca oyununa gelir mi?
O gençlere ne yapıyorlar, “Bunlar marjinal”… Egemenlerin klasik yöntemidir. Tayyip Bey hep der ya “Bunlar ideolojik gruplar…” Bu kitlenin susacağı yok. Bakın, okumuş bir grup gençle Taksim’e çıkabilirsiniz. Güzel bir şeydir, rahatsız da eder. Ama bunu fabrikada çalışanlarla, tezgahtârlarla, tarladakilerle, cami cemaatiyle buluşturmanız lazım. Belki bunu bir süre ertelediler ama ok yaydan çıkmıştır. Cemaat, Milli Görüş kavgaları olacaktır ama bunlar iktidar kavgası. Esas kavga bu yarılmadan kopacak. ‘Sınıf’ deyince, solcusunuz diye marjinalize ediyorlar. Ama bunu mevcut klasik sol örgütleyemez. HAS Parti yapabilirdi. Maceraya atılacak değiliz, ama ne yapabileceğimize de bakacağız. Siyasi hareket olarak devam edeceğiz kaç kişiysek.
‘Küçük dilimi yutuyorum’
Saadet Partisi’nden sonra hemen parti kurulmasına karşıydım. İmkânlarımız, takatimiz buna el vermiyordu. İnsanlara derdimizi anlatalım, sonra parti kuralım istedim. Milli Görüş’ten gelenler kafalarını çok iktidara endeksli kurmuşlar. Azınlıkta kaldık. Seçimden sonra konuştuk. Demek buna şimdi ihtiyaç yokmuş, parti öncesi durumumuza dönelim, tabana inelim dedik. Fakat Numan Bey ve bazı arkadaşların psikolojisi “Bu iş olmuyor”du. Böyle bir paniğe kapıldılar ve Sayın Kurtulmuş’u seçimden sonra motive edemedik. Daha evvel iktidara gidemeyenler için son trendi bu. Beni çok rahatsız eden şeyler yaşandı. Mesela parti kurulmuş, adam sonra bir daha hiç gelmemiş. Olmuyor diye düşünmüş yahut şu makama gelemedi diye uğramamış. Küçük dilimi yutuyorum, o insan şimdi “Bu gidiş çok iyi” diye çıkıyor ortaya. “Tek başınıza olmaz, ekibinizle gitmeniz lazım” diyor. “Beni de götür” diyor yani. Sen nereden ekipsin? Geçen toplantıya gelmiş, ev sahibi gibi. İnsan utanıyor. İsim vermem, bir profesör kendisi.
‘Belki başbakan olur ama…’
Biz parti programı değil, manifesto yazdık. Numan Bey arkadaşımdır ama onun dışında bir ilke olarak orada kapılar arkasında hiçbir şey yapmayacağımızı söylemişiz. Bu, Numan Kurtulmuş’u benim nezdimde, yaptığımız siyaset anlamında Numan Kurtulmuş olmaktan çıkardı. Programımızda ‘itiraz ediyoruz’ dediğimiz şeyler yaşandı. Numan Kurtulmuş, demokrasiyi bir iktidar oyunu, arkadaşlarını, partisini bir araç olarak gören biri oldu. Belki başbakan olacak ama benim gözümde bunu oldu. Tamam, büyük oylar almış bir parti değildik ama oy oranından fazla etkisi olan bir partiydi. Önemli olan, “Hırsız Müslüman istemiyoruz” deyince karşı tarafı rahatsız eden, bir kesimin sığınacağı yerdi. Bu umudun ötelenmesi büyük bir vebal. Şimdi ne yapacaksın, Türkiye ’yi mi kurtaracaksın, beş misli duble yol mu yapacaksın?

26 Temmuz 2012 Perşembe

Neden Numan Kurtulmuş?

Nasuhi GÜNGÖR 16.07.2012
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, HAS Parti Genel Başkanı Numan Kurtulmuş’la yaptığı görüşme, siyaseti bir anda hareketlendirdi. Kurtulmuş, Saadet Partisi Genel Başkanlığı’ndan HAS Parti’ye uzanan yolculuğunda bu konuda pekçok soru ve tartışmanın muhatabı oldu. Yeni bir parti kurmasını bizatihi bu ‘proje’nin, yani AK Parti’yle bütünleşmenin parçası olarak görenler vardı.
Bu gelişmeleri başından itibaren yakından izleyen bir gazeteci olarak şunu söyleyebilirim. Numan Kurtulmuş’un yeni bir siyasi hareket için yola çıkışı, AK Parti’yle bütünleşmek üzere tasarlanmış bir sürecin parçası değildi. Bugün gelinen nokta, AK Parti’nin/Erdoğan’ın yeni siyasi mimarisi ile Kurtulmuş’un yollarının kesişmesidir. Bunu sadece iç politikanın ürettiği bir sonuç olarak görmek, hem eksik, hem de yanıltıcı olacaktır.
Kimilerine göre herşey çok basit. Kurtulmuş ve arkadaşları, iktidar kervanına katılmak, orada belli koltuklar elde etmek için böyle bir adım atıyor. Bu yaklaşımın insafla bağdaşır yanı yok. Şu an HAS Parti çevresinde bulunan önemli isimlerin hemen hepsi, eğer isteseler, 2002’den itibaren AK Parti saflarında yer bulabilirler ve kimse de bunu yadırgamazdı.
***

İşin bir de Tayyip Erdoğan cephesi var elbette. Bu yakınlaşmanın, 2014’e yönelik bir hazırlık olduğunu düşünenler, ‘Erdoğan cumhurbaşkanı olunca Numan Kurtulmuş’a partiyi emanet edecek’ diyenler ya da benzeri denklemleri kuranlar bir hayli ağırlıkta. Bu tezlerin belli bir siyasi karşılığı var; Türkiye’nin önündeki yol haritası ve sistem tartışmalarıyla birlikte ete kemiğe bürünebilir.
Ancak Erdoğan-Kurtulmuş yakınlaşması, yakın geleceğe dair bir iç politika hamlesinden çok daha fazlasıymış gibi görünüyor. Kaldı ki eğer sorun, Çankaya’ya çıkıp partiye bir enametçi bulmak olsaydı, Erdoğan’ın seçeneklerinin hayli fazla olduğu söylenebilir.
Diğer yandan Turgut Özal tecrübesini iyi analiz eden Erdoğan’ın, siyaseti denenmiş, ama kısa sürede çözülmüş bir model üzerinden kurmayacağı da çok açık.
***

Gözden kaçırdığımız noktalar var.
Öncelikle 2011 seçimleri sonrasında artık karşımızda bir genel başkan değil, devlet adamı Tayyip Erdoğan var. Kendisi bunu ‘ustalık dönemi’ olarak ifade ederken, herhalde sadece Türkiye’nin iç dengelerini kastetmiyordu. Nitekim Kürt sorunu, Suriye krizi ve içeride MİT ve ÖYM tartışmalarıyla devam eden gelişmelerin, bir bütün olarak bakıldığında bu ‘yeni dönem’e işaret ettiğini görebiliriz.
İkincisi, ustalık dönemi siyasetine duyulan ihtiyaç, Arap Baharı/Ayaklanması sürecinde ortaya çıkan gelişmelerle birlikte çok daha farklı boyutlar kazandı. Arap Baharı, Tunus’tan Libya’ya, Mısır’dan Bahreyn’e kadar uzandığında Türk okur yazarları, olup bitenin gerçek mahiyetine kafa yorsaydı, bugünü anlamak daha kolay olabilirdi. Suriye krizinin yakıcı etkisi dışında, bu süreç entelektüel hayatımızda yaprak kımıldatmadı desek, haksızlık etmiş olmayız.
Üçüncüsü, Türkiye’nin yakın çevresinde, daha geniş ölçekte İslam dünyasında yaşanan ‘düzenleme’ ve onun ürettiği ‘kaos’ karşısında, hem kendisini sağ salim kıyıya ulaştıracak, hem de bir bölge gücü olarak varlığını sağlamlaştıracak bir yeni siyasi dile, modele ve çıkışa ihtiyacı var.
Birinci Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan ve Kraliyet eliyle çizilen sınırların alt üst oluşu karşısında, iktidar kavgalarına boğulmuş bir Ankara’ya değil, kafasını kaldırıp dünyaya bakan bir siyasi akla ihtiyacımız var. Kurtulmuş, böyle bir yeni dilin ve aklın inşasında kritik rol oynayacaktır.
Erdoğan ve Kurtulmuş’un birlikte verdiği o fotoğraf karesi, bana bunları söylüyor. Tayyip Erdoğan, yeni siyasi yürüyüşünde, Türkiye’nin ihtiyacı olanı doğru tanımlamış ve gereken adımı atmıştır. Numan Kurtulmuş, buna kayıtsız kalmayacaktır ve o fotoğraf karesi tahminlerimizin ötesinde bir başlangıç olacaktır.

HAS Parti katılımı ve daha ötesi...

Hüseyin GÜLERCE 18 Temmuz 2012, Çarşamba
Başbakan Erdoğan'ın daveti üzerine başta Numan Kurtulmuş olmak üzere, HAS Parti'den AK Parti'ye geniş bir katılım söz konusu. Bu gelişme ne anlama geliyor? Çoğunlukla iki açıdan değerlendiriliyor. Birincisi 2014 Ağustos'unda yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimi.

İkincisi, buna bağlı olarak AK Parti'nin geleceği.
Önemli gördüğüm bir noktaya dikkat çekmek isterim. Cumhurbaşkanlığı seçiminden önce anayasa referandumu yapılacaktır. Meselenin bam teli; yeni anayasada, ilk defa halk tarafından seçilecek cumhurbaşkanının niteliklerinin, görev ve yetkilerinin ne olacağıdır...
Malum, bu konuda Sayın Başbakan'ın çok önemli iki çıkışı oldu. İkincisinden başlayalım. Üç gün önce Eskişehir'de, 30 Eylül'deki büyük kongrede 4. ve son kez genel başkanlığa aday olacağını açıkladı. Bu, 2014'teki cumhurbaşkanlığına aday olacağının bir nevi ilanıdır. Son on yıla damgasını vurmuş, son genel seçimde yüzde 50 oy alarak gerçekten büyük bir başarıya imza atmış bir siyasetçinin bu adaylık, hakkıdır.
Sayın Erdoğan'ın asıl çıkışı, 6 Haziran'da bir televizyon programında söyledikleridir. Başbakan, "icra yetkisi kullanan partili cumhurbaşkanı" teklifini getirmektedir. Halkın seçeceği cumhurbaşkanının, partisinden kopmamasını istemektedir. Bunun gerekçelerini sayarken; "Bizden önce Özal'ın, Demirel'in yaşadıklarını görüyorum, orada vitrin süsüydüler." diyor. "Rahmetli Özal tehdit altındaydı, parti kurma adımı atacaktı." diyor. Ama en önemlisi; "Artık halkın seçtiği bir cumhurbaşkanı var, Parlamento'nun seçtiği değil... O güçlü şekilde gelen cumhurbaşkanı, iki başlılık gibi görünen yapıyı tek başlılığa götürür." diyor...
Sayın Başbakan'ın bu teklifi, yeni anayasada yer alır ve referandumda kabul görürse, Başbakan ve AK Parti genel başkanlarının konumu da farklılık kazanır. Yani AK Parti genel başkanı ayrı, başbakan ayrı olur. İcra yetkili cumhurbaşkanı, Bakanlar Kurulu'na başkanlık eder. Başbakan bakanlardan bir bakan olarak koordinatörlük görevi yapar. Genel başkan, cumhurbaşkanının parti üzerindeki etkinliğinin devamını sağlama rolünü üstlenir.
Sayın Başbakan bütün bunları, daha iyi ve etkin bir yönetim ile AK Parti'nin geleceği adına düşünüyor. Bu açıdan HAS Parti'nin AK Parti'ye katılması daha geniş bir açıdan ele alınmalıdır. Çankaya'daki güçlü cumhurbaşkanının, partisi ile ilgili sıkıntıları asgariye indirmeye çalışması, güvenilir, vefalı insanlara kucak açması iyi düşünülmüş bir hamledir. Ama dediğim gibi yeni anayasa çalışmalarında bu değişiklikler önce Meclis'te, sonra referandumda kabul görecek midir?
Sayın Başbakan istediği kadar iyi niyetli olsun. AK Parti karşıtları bu hamleleri "tek adamlığa", "sivil vesayet"e gidişin adımları olarak değerlendirecektir. Belki bu, muhalefetin öteden beri yaptığı bir iş olarak görülüp pek kaale alınmayabilir. Ancak Türkiye'nin demokratikleşmesini isteyen geniş kitlede de, "yetmez ama evet" diyen liberal çevrelerde de giderek artan endişeleri dikkate almak gerekir.
AK Parti rüzgârı, asıl itibarıyla özgürlüklerin genişletilmesi ve demokratikleşme taleplerinden güç aldı. Erdoğan ve arkadaşları değişimi doğru okudu, vesayete karşı esaslı bir siyasi irade ortaya koydular. İşin özü budur ve bu öz zedelenirse herkes kaybeder.
Endişeleri giderecek yönde atılacak adımlara ihtiyaç var. Yani bu kuvvetli, icra yetkisi olan partili cumhurbaşkanı parlamentoda denetim altına alınabilecek midir? Bu nasıl olacaktır? Mesela dar bölge seçim sistemi ile milletvekilleri, liderin değil, halkın seçtiği vekiller statüsüne çıkarak gerçekten denetim yapabilecekler midir? Seçim barajı düşürülecek midir? Parti içi demokrasi sağlanacak mıdır? Yasama, yürütme ve yargı arasındaki dengeler sağlama alınacak mıdır?
Kanaatimce Sayın Erdoğan'ın ustalık dönemi şimdi başlıyor. Ya yeni Türkiye'nin yeni bir yasama, yürütme ve yargı gücü olacaktır. Ya da dış politikanın yükü altında yeni tartışmalarla güç kaybeden bir Türkiye...
h.gulerce@zaman.com.tr 














17.07.2012 zaman

Gül,Erdoğan,Kurtulmuş  ihsan dağı





Son yıllarda 'yeni Türkiye'nin en önemli özelliklerinden birisi siyasette belirsizlik döneminin kapanmış olmasıydı. İktidarı ve muhalefetiyle siyaset öngörülebilir bir hüviyete kavuşmuştu. Ancak Türkiye bu özelliğini kaybediyor. İstikrar ve devamlılıktan yeni bir 'değişim eşiği'ne gelmiş gibiyiz.

Siyaset öngörülebilir olmaktan çıktı. Başbakan Tayyip Erdoğan önceki gün, önümüzdeki AK Parti kongresinde 'son kez genel başkan adayı' olacağını açıkladı. Bu, Erdoğan'ın cumhurbaşkanlığı adaylığının ilanı anlamına da gelir. Seçilmesi de yüksek bir ihtimal.
Ancak Anayasa Mahkemesi, yeniden adaylık için mevcut Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün de önünü açtı. Bu karardan sonra Gül'ün yeniden adaylık için yoğun baskı altında kalacağına kuşku yok. Seçilmesinin ardından polemiklerden kaçınan, her kesimden insanlarla diyalog kurmaya gayret eden yumuşak üslubuyla Gül, başarılı bir cumhurbaşkanı profili çizdi. O makamda kalmasını isteyenlerin hiç de az olmaması normal.
Soru şu: Abdullah Gül, 2007'de "Adayımız Abdullah Gül kardeşimiz." diyerek önünü açan Tayyip Erdoğan'ın karşısına çıkar mı? Benim kanaatim çıkmayacağı yönünde, ama çıkarsa Türkiye siyaseti bambaşka bir yöne doğru evrilir. Erbakan-Erdoğan benzeri bir rekabet Erdoğan ile Gül arasında yaşanmaya başlar.
Ancak baskılara rağmen Abdullah Gül'ün yeniden cumhurbaşkanı adayı olarak Erdoğan'ın karşısına çıkacağını sanmıyorum. Peki, ne yapar? Bilmiyorum, kendisinin de henüz bildiğini sanmıyorum. Ancak her durumda çokça konuşulan parti liderliğine ve başbakanlığa dönüş olmaz. Olmaz, çünkü, Çankaya'ya çıkan Erdoğan başbakanlıkta güçlü bir siyasal figür görmek istemez. Zaten Erdoğan'ın Çankaya'ya çıkma arzusunun gerisinde ülkenin yetkili ve sorumlu 'tek lideri' olma arayışı yatıyor. Çankaya'da hükümet işlerine Özal'ın 1989 sonrası dönemde karıştığından daha fazla karışacak, adeta fiilî bir başkanlık modeli uygulayacaktır.
Bu modele de cumhurbaşkanlığı yapan bir Abdullah Gül razı olmaz.
Benzer bir analizi şu sıralar AK Parti'ye geçmesi konuşulan HAS Parti lideri Numan Kurtulmuş için de yapmak mümkün. Kurtulmuş'un Erdoğan'ın cumhurbaşkanlığı sonrası AK Parti lideri ve başbakan yapılacağı konuşuluyor. Ben buna da ihtimal vermiyorum. Çankaya'da ülkeyi yönetmeye devam etmek isteyen Erdoğan'ın tercih etmeyeceği bir kişi Numan Kurtulmuş. Nedeni basit; Kurtulmuş 'emanetçi' bir başbakan olmaz, Çankaya'dan yönetilmeyi kabul etmez. Dolayısıyla Erdoğan da böyle bir riske girmez.
Dahası, Erdoğan'ın Numan Kurtulmuş'u 'başbakan yapmak için' AK Parti'ye alacağını düşünenler yanılıyor. Türkiye siyaseten belirsizliğe yelken açmış durumda. Bu saatten sonra nerede ne olacağını kestirmek imkânsız. Erdoğan sonrası AK Parti'de çıkan bir kaos bambaşka noktalara gidebilir. Kurtulmuş, muhafazakâr sağın en ciddi lider adayı. Başbakan Erdoğan'ın da en çok çekindiği 'muhalefet' lideri. Yeni bir oluşum sürecinde etrafında toparlanmalar olabilir. AK Parti'ye transfer Kurtulmuş'u başbakan yapma değil, alternatif olmaktan çıkarma hamlesi.
Peki, Numan Kurtulmuş çok mu saf? Bilmiyor mu kendi potansiyelini, AK Parti'nin iç dinamiklerini ve Erdoğan'ın liderlik özelliklerini? Tabii ki biliyor ama daha fazla 'rezerv'de kalmak istemiyor. Ayrıca bütün Türkiye'de aktif olarak siyaset yapacak bir partiyi finanse etmek ve insan kadrolarını bir arada tutmak zor. Üstelik AK Parti'ye karşı sert bir muhalefet yapmayı meşrulaştıracak ortam ve bunu mümkün kılacak araçların olmadığının da farkında.
Dolayısıyla Kurtulmuş farklı bir strateji izliyor, potansiyel bir lider adayı olarak AK Parti içinde olmayı uygun görüyor. Böylece AK Parti kadrolarına, teşkilatına ve tabanına nüfuz etme imkânına kavuşmayı, yarın bir gün AK Parti'de liderlik yarışı başladığında da rekabete hazır olmayı umuyor. En kötü senaryo; liderliği alamasa bile yüzde elli oy alan bir partiden kopacak unsurlarla en az yüzde 20'lik bir parti yaratmak olabilir.
Gül, Erdoğan, Kurtulmuş... Hem arkadaşlar hem de rakip. Tercihleri ve birbirleriyle ilişkileri, AK Parti denilen siyasal fenomenin geleceğini belirleyecek.

Erdoğan'dan HAS Parti hamlesi  

image
BÜLENT KORUCU ZAMAN 13 Tem 2012 07:27
Baskın ve alternatifsiz AK Parti figürü siyasetin tek belirleyicisi. Gündemi ve gelecek tasavvurlarını şekillendiriyor. 'Cumhurbaşkanı kim olacak?' sorusu bile AK Parti'nin geleceği zemininde ele alınıyor.

Başbakan Tayyip Erdoğan'dan sonra partinin alacağı şekil, ülkenin yönetimine doğrudan etki edecek. Turgut Özal ve Süleyman Demirel cumhurbaşkanı olduğunda da benzer durumlar yaşanmıştı. AK Parti'yi onlardan ayıran ise kendisini tehdit edebilecek parti bulunmaması. ANAP, Demirel ve DYP'nin nefesini ensesinde hissediyordu. Ayrıca SHP hatırı sayılır bir sol muhalefet partisi olarak öne çıkıyordu. Demirel Köşk'e çıktığında partisi zaten yüzde 27 ile koalisyon ortağı olabilmişti. ANAP hâlâ 20'lerin üzerinde oy alabiliyordu. Ve yükselişteki RP dengeleri altüst ediyordu. Her şeye rağmen iki dönemde de iktidar partisinin geleceği önemliydi ve tartışılıyordu. Şimdi son seçimde yüzde 50 oy almış ve zayıf muhalefet partileriyle çalışan bir iktidar var. Elbette onun geleceğine dair senaryolar daha fazla önem kazanıyor.

AK Parti lideri Erdoğan, sürpriz bir adımla HAS Parti Genel Başkanı Numan Kurtulmuş'u partisine çağırdı. 'Partilerin bütünleşmesi' Numan Bey'i rencide etmemek adına üretilen kılıf. Son seçimde yüzde 0,76 oy alan HAS Parti'ye yüzde 50'lik iktidarın birleşme teklif etmesinin matematik ve siyasette karşılığı bulunmuyor. Mahalle bakkalını yok etmeye çalışan market zinciri esprisi de izah edici olmaktan uzak. İki siyasetçinin şahsî yakınlığı biliniyor. Defalarca vaki davetlere icabet etmeyen muhatabına Tayyip Bey'in kırgın olma ihtimali düşük değil. Yeni çağrının Erdoğan açısından mühim sebepleri olmalı. 'Milli Görüş tabanını kazanmak istiyor' iddiaları gerçeği yansıtmıyor. O taban zaten uzun süredir AK Parti'de. Tavan, yani kadro sıkıntısını, çeşitli gerekçelerle dışarıda kalmış eski dostlarla giderme izahı akla yatkın duruyor. 80 civarında, çoğunluğu bakan ve genel merkez yöneticisi isim üçüncü dönem tırpanıyla nadasa çekilecek. Alttan gelen tecrübesiz gençlerin başına 'abi' ithal etmek diye düşünülebilir. Burada sorun açıkta kalacak mevcut abilere tatminkâr koltuklar bulabilmek. Yerel seçimler bazında çeşitli yakıştırmalar yapılıyor.

Erdoğan'ın parti içi dengelere dönük hamle yaptığı da söylenebilir. Kendi kariyer planlarının taşlarını döşeyen en azından zihnî hazırlık yapan isimler konuşuluyor. Siyasetin tabiatında var bütün bunlar. Bir koltuk boşaldığında veya boşalma ihtimali belirdiğinde taliplerin olması normal. Erdoğan, 'partili cumhurbaşkanı, cumhurbaşkanının atadığı başbakan' gibi tezlerle zihnindeki sistemin ipuçlarını veriyor. Yeni ya da mevcut Anayasa'yla başkanlık sistemi arzuluyor. Partinin yeniden inşa sürecinde gelecek hesabı yapanlara kollamaları gereken bir denge daha 'hediye' etti. Defalarca çağrılmasına rağmen gelmeyen, 'Harun-Karun' benzetmeleriyle can acıtan Kurtulmuş'a tepki oluşacağını Erdoğan kestiriyordur. Şahsî planı olanları erken doğuma zorluyor. Seçimler başladığı hengâmede değil, sakin ve daha güçlü olduğu dönemde eteğinde taş olanları ortaya çıkmaya zorluyor. Kurtulmuş'un, Erbakan'a direndiği gibi davranabilme ihtimalini yüksek görmüyorum. Zira ağır seçim yenilgisiyle gardı düşmüş biçimde masaya oturuyor.

***

Numan Kurtulmuş Başbakan olur mu? Hilal KAPLAN 16.07.2012

Başbakan Erdoğan'ın, Has Parti lideri Numan Kurtulmuş'la, üstelik Başbakanlık Resmî Konutu'nda yaptığı görüşmenin etkileri devam ediyor. Sadece Numan Kurtulmuş'un değil, Has Parti kadrolarının önemli bölümünün Ekim ayında gerçekleşecek kongrede Ak Parti saflarına geçeceği öngörülüyor. Numan Kurtulmuş'un tek başına geçmesi düşünülemez zira Kurtulmuş da Erdoğan'a benzer şekilde partinin sürükleyici gücü olacak kadar başarılı bir liderlik sergilemiş bir isim. O giderse, partisi de beraberinde gelir.
Ak Parti siyasal alanın merkezini, bazı açılardan çevreyi de içine alacak kadar hegemonize eden başarılı bir politika izlemiş olduğundan Has Parti oy sandığından istediği sonucu alamamış olsa bile asla %1'in altında kalan diğer partiler gibi marjinal ve silik bir portre çizmedi. Bunun en büyük sebebi Kurtulmuş'un başarılı liderliğiyle siyasal üslubu ve söylemleriydi.
Erdoğan-Kurtulmuş görüşmesine ilişkin pek çok analiz okudunuz ama bu analizlerin hiçbirisi mevzua Has Parti ve özellikle de Kurtulmuş'un zaviyesinden bakmıyorlardı. Örneğin Taha Akyol, Has Parti'yi içleme gayretinin Başbakan Erdoğan'ın Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden yüksek bir oranı zaferiyle çıkması amacına yönelik olduğunu savunuyor. Gültekin Avcı ise buna ihtimal vermemekle beraber, Ak Parti'nin kendi aleyhine olabilecek tüm alternatifleri elemek amacıyla hareket ettiği görüşünü ileri sürüyor.
Bunların hepsi ihtimal dahilindeki seçenekler fakat "Numan Kurtulmuş ve Has Parti neden Ak Parti'ye katılmayı tercih ediyor?" sorusuna cevap vermiyorlar.
Önce mevcut davetin Başbakan Erdoğan tarafından Numan Kurtulmuş'a yapılan ilk davet olmadığını hatırlayalım.
Ayrıca Has Parti deyince, neşet ettiği siyasî akım olan Millî Görüş'ü temsil eden Saadet Partisi'den ayrılmak zorunda kalarak türlü çilelerle kurulan bir partiden bahsettiğimizi de unutmayalım.
Ve şimdi, kurulduğu günden bu yana Ak Parti çevresindeki demokratik ittifakın sadece liberaller bağlamında değil, Müslüman temsili olan seçmen açısından da çökmeye yüz tuttuğu bir dönemden geçtiğimizi anımsayalım.
Hükümet ile Gülen Hareketi arasında soğuk rüzgarların estiği de kimsenin sırrı değil. Hatta harekete yakınlığıyla bilinen yazarlardan bir kısmı Kurtulmuş'a "Gitme, oyumuz sana" kabilinden yazılar bile kaleme aldılar.
Peki Kurtulmuş liderliğindeki Has Parti, ilk defa gerçek anlamda Ak Parti'ye siyasî bir alternatif oluşturabileceği bir dönemde neden Ak Parti'yle bütünlemeyi tercih ediyor? Bu soru hâlen yanıtlanmayı bekliyor. Şahsen, mevcut gelişmenin salt "büyük balık, küçük balığı yuttu" şeklinde açıklanamayacağını düşünüyorum.
Başbakan Erdoğan'ın partisinden yükselecek aykırı seslere rağmen (Ekrem Erdem ve Hüseyin Çelik'in demeçleri, vb.) Kurtulmuş ve Has Parti'yi salt alabilecekleri oy oranını hesaba katarak davet ettiğini düşünmüyorum.
Aynı şekilde Numan Kurtulmuş'un da partisine teveccühün zirveye vurabileceği bir siyasal dönemeçte salt mevki-makam hırsıyla Başbakan Erdoğan'ın teklifini kabul edeceğine inanmıyorum. Çünkü öyle olsaydı, partisine teveccüh edilmeyen bir dönemde de bunu yapabilirdi. Her şey bir yana, üçüncü bir yol arayışıyla bunca güçlüğe şimdiye kadar göğüs germezdi.
Kurtulmuş'un "Neden Ak Parti, neden şimdi?" sorusuna ısrarla "milletin selâmeti için" diyerek cevap vermesi, klişe bir söz kalıbından fazlasına tekabül ediyor olabilir mi? Göreceğiz...

BÜYÜK DAVAMIZ…/Ali Öztürk18.06.2012

Aziz kardeşlerim,
Biz bu partinin ve davanın içerisinde, yıllardır ekmeğini, emeğini, gençliğini , bu millete ve bu davaya hizmet uğruna harcayan samimi insanlar için buradayız.
Yıllar içerisinde her türlü zorluğa, her türlü güçlüğe bu kardeşlerimiz sayesinde katlandık. Ne zaman sıkıştıysak, cebindeki son kuruşunu harcayarak, partinin mahalle toplantısına giden yaşlı amcalarımızı hatırladık.
Ne zaman sıkıştıysak gençliğini bu davaya hibe eden gencecik işsiz kardeşlerimizi hatırladık. Ne zaman sıkıştıysak evindeki çocuğunun mamasından, tüpünden kısarak bu milletin yoludur diyerek bu partiye hizmet eden o mübarek anneleri, mübarek kadınları hatırladık. Ve Allaha yemin olsun ki bütün bu zorluklara sadece ve sadece bu insanlar için katlandık.
Değerli kardeşlerim, aldığımız kararı açıklamak bana ve arkadaşlarıma çok zor geliyor. Yıllarımızı, gençliğimizi millete hizmet için harcadık. Ben ve arkadaşlarımız sırça saraylarda oturarak ahkam kesmedik. Ben ve arkadaşlarım anadolunun dört bir tarafını karış karış dolaştık. Ben ve arkadaşlarım, gitmediğimiz yer çekmediğimiz çile bırakmadık. Bunları söylerken, 12 yıl siyasi hayatım boyunca efendim bu yaptıklarımın karşılığını her hangi birinden istiyor değilim. Çünkü biz yanlış anlaşılmasın kimseden bir bedel, bir karşılık bekleyerek bunu yapmadık. Yaptığımız her şeyi milletimizin duasını, Allah rızasını kazanmak için yaptık.

Belki eksik yaptık belki fazla yaptık. Belki doğru yaptık belki yanlış yaptık ama asla ne kendi başımı öne eğdirecek ne bu davanın mensuplarının başını öne eğdirecek hiçbir iş yapmadık, hiçbir söz söylemedik.
Evet zor bir karar veriyoruz. Kaç yıllık emeğimizi elimizin tersi ile bir kenara bırakıyoruz. Ama şundan emin olun ki öz evladının onarılmaz yaralar almasını istemeyen bir öz annenin tavrı ile hareket ediyoruz. Camiamızın, şerefli geçmişini lekeleyecek enerjisini tüketecek bir sürü tartışmanın sürüp gitmesine aynı inancı paylaşan kardeşlerimin kardeşlik hukukunu zedeleyecek bir kavga ve çatışma ortamına sürüklenmesine asla izin vermeyeceğiz. Çünkü biliyoruz ki yeryüzünün en yiğit insanı öfkesini yenen haklı ve güçlü olduğu halde intikam almayan kişidir. Biz buna inanan bir medeniyetin mensuplarıyız.

Aziz milletim, değerli dostlarım, dava arkadaşlarım, sevgili basın mensubu kardeşlerim, bu bir ayrılık ve veda konuşması değil yeni bir başlangıcın sadece ön sözüdür. Ben Numan Kurtulmuş olarak siyaset yapmak yani halka hizmet etmek için herhangi bir mevki makam, koltuk sevdalısı ve sevdası içinde değilim. Milletimizle beraber, milletimizin gösterdiği istikamette yolumuza devam edeceğiz. İlkelerimiz ideallerimiz ve milletimizin bize vereceği destek en büyük gücümüz olacaktır.

Değerli kardeşlerim, bugüne kadar sürdürdüğümüz bu mücadelede tatlı çok güzel günlerimiz oldu. Yine bundan sonra arkadaşlarımızın bir çoğu ile yine çok güzel günlerimiz olacak. Çok acı günlerimiz oldu nice dertler çektik. Partilerimiz kapandı, yalnız kaldık, horlandık, itildik ama asla ideallerimizden vazgeçmedik ve asla vazgeçmeyeceğiz. Bu süre içerisinde bu mücadelede bizlere maddi ve manevi her türlü katkıyı sunan azığını harçlığını bu hareketle paylaşan çoluk çocuğuna ayırmadığı zamanı bu yolda harcayan adını sanını bildiğim ve adını sanını hatırlamadığım bütün herkese bütün kardeşlerime bütün gönül daşlarıma gençlerimize kadınlarımıza kısacası bütün yiğitlerimize ve dualarını bizden esirgemeyen bütün milletimize ayrı ayrı teşekkür ediyorum.
Bilerek yada bilmeyerek her kimi kırdımsa lütfen hakkını bana helal etsin. Kiminde bende bir alacağı varsa lütfen gelsin alacağını benden istesin. Ayrıca bugüne kadar özellikle son günlerde bana ve aileme de yapılanlarda dahil olmak üzere bunları yapan herkese bireysel haklarımı helal ediyorum. Beni seven bütün kardeşlerimden bütün arkadaşlarımdan da haklarını helal etmelerini rica ediyorum.
Bizim davamız mal mülk davası değil bizim medeniyetimizi yeniden ihya ve inşa etme davasıdır.
Evet, uzun bir yol yürüyoruz. Bu topraklarda 1071’de Sultan Alparslan’la başlayan büyük bir medeniyetin varisleriyiz. Bu milletin milli görüşünün bütün siyasi birikiminden en geniş anlamda yararlanacak ve kullanacağız. Geçmişini inkar eden bir ucuzculuğa ve kolaycılığa asla iltifat etmeyeceğiz. Manevi değerlerimizden, medeniyeti inşa ve ihya iddia ve hedefimizden asla ödün vermeyeceğiz. Reel politiğin cazibesine kapılıp, ideallerimizi terk etmeyeceğiz.

Değerli dostlarım şunu da bir kez daha tüm açıklığıyla ifade etmek istiyorum ki, milletimize uzattığımız bu el hiçbir zaman gizli ve kirli pazarlıklar içinde olmamıştır. Bu dil de bugüne kadar hiçbir şart ve hal altında yalan söylememiştir. Bundan sonra da bu eli sadece ve sadece milletimize uzatacağız, bu dili de sadece ve sadece doğruyu söylemek için kullanacağız. Çünkü biliyoruz ki halkın hatırı daima Hakk’ın hatırıdır.

Değerli dostlarım, değerli kardeşlerim!
Şunun da bilinmesini istiyorum. Hiç kimseye bir borcum yoktur ve hiçbir kimseye bir borç altına girmeden bu kararlı yürüyüşümü hayatımın sonuna kadar sürdüreceğim. Bir tek borcumuz vardır; bu ülkenin mazlumlarına, bu ülkenin mağdurlarına, bu ülkenin unutulmuşlarına, bu ülkenin horlanmışlarına, kısacası bu ülkenin mağdurlarına karşı borçluyuz ve bu borcu ödemek için bütün gücümüzle mücadele edeceğiz.

Bütün arkadaşlarımı, bütün dava kardeşlerimi ve tüm milletimizi bu uzun soluklu mücadelemizde yol arkadaşlığına, omuzdaşlığa davet ediyorum. Herkese kapımız ve gönlümüz açıktır. Şimdiye kadar olduğu gibi, bundan sonra da olmaya devam edecektir. Ülkesini ve menfaatini, kendisinin ve menfaatinden üstün tutan, medeniyetimizin değerlerine bağlı, bu ülkenin onun bunun oyuncağı olmasına asla razı olmayan, bağımsız bir karaktere sahip ve herkesin özgürlüğü, adaleti ve refahı için çalışan, bunun için çaba sarfeden herkese yüreğimiz de, gönlümüz de, kapımız da açık olacaktır.
Değerli kardeşlerim!
Yine bundan sonraki politikamızın temel değerlerini milletimizle paylaşacağız, ama bir hususu da belki benden söz olarak duymanızı istiyorum. Hayatımızın sonuna kadar üç şeyi yapmayacağımıza bu millete söz veriyoruz. Firavunlaşmayacağız, Karunlaşmayacağız, Belamlaşmayacağız. Yani elimize verilen ülkeyi yönetme imkanını halka karşı bir baskı ve zulüm aracına döndürmeyeceğiz. Milletin kaynaklarını, kamunun kaynaklarını bir zenginleşme ve servet yapma aracı haline getirmeyeceğiz ve buna müsaade etmeyeceğiz. Kendi heva ve hevesine uyup dini siyasete alet etmeyeceğiz.

Evet kardeşlerim!
Uzun yola çıkmaya hüküm giydiğimizi bilerek ve bir Musa gibi elimize asayı alarak bundan sonraki dönemde Anadolu’nun yollarına çıkıyoruz. Cadde cadde, sokak sokak, meydan meydan bütün Türkiye’yi dolaşacağız. Çünkü bu mücadeleye milletle birlikte devam etmek zorundayız. Zulüm asla payidar olamayacak, yalanı yeneceğiz.

Sözlerimi bitirirken, çok kısa dörtlükle bitirmek istiyorum:
Biz yangında koşuyu kaybeden atlarız
Biz kirli ve temiz çamaşırları
Aynı zaman aynı minval üzere katlarız.
Biz koşu bittikten sonra da koşan atlarız

Bu koşu kıyamete kadar sürecektir. Hepinizi Allah’a emanet ediyorum. Sözünüz kuvvetli, ayağınız sabit, yolunuz açık, dostlarınız sadık, Allah yardımcınız olsun. Allah yardımcımız olsun!
…………………………………………………………………………………………………………………………………
Evet dostlar;
Yukarıda bir kısmını alıntıladığım metin 1 Ekim 2010’da Prof Dr.Numan Kurtulmuş’un Balgat’ta Saadet Partisi Genel Merkezi önünde tüm Türkiye’ye yola çıkış manifestosu olarak gerçekleştirdiği konuşmadan.
O günü hatırlıyor musunuz?
O gün iki duyguyu birarada yaşamıştık; hüzün ve umut.
Bu duygu Numan Kurtulmuş’un konuşmasına da fazlasıyla yansımıştı.
Aslında yola çıkarken herşeyi bilerek çıkmıştık. Herşeyi göze alarak yani.
Sözümüzü hepimiz adına Numan Kurtulmuş söylemişti o gün.
Sonra Halkın Sesi Partisi kuruldu ve ardından seçimler ve seçimlerde alınan sonuçların verdiği moral bozukluğu, yılgınlık ve kararsız ruh hali…
Sonra yavaş yavaş kendimize geldik ve yeniden yola çıktık.
Çünkü inandığımız ve söylediğimiz sözlerden şüphe etmedik hiç. Parti kapansın diyen dostlarımız oldu, siyaset bitmiştir diyenler de. Konjönktür tam manasıyla Has Parti için siyaset alanı kalmamıştır diye dayattı.
Numan Kurtulmuş AK Parti’ye gitmelidir diyen o kadar çok ses duyduk ki çevremizde. Ki onlar hala bu sözü söylemeye ve tekrarlamaya devam ediyorlar.
Oysa o kadar kolay ve basit bir yola çıkış mıydı bu hareket?
Oy alamadı Has Parti doğru. Hatta Numan Kurtulmuş’un alacağı oyun bu olmadığını da biliyordu herkes.
Peki sorun neredeydi o halde?
Sorun bize giydilen deli gömleğinde yani algıdaydı aslında. Şimdi o gömleği paramparça ediyoruz farkında mısınız?
Ne diyordu Numan Kurtulmuş istifa açıklamasında;
Aslında ne oldu da böyle oldu?
Siz misiniz Çağlayan meydanında yüzbinleri toplayarak, Gazze’nin işgaline karşı İslam dünyasının onurun koruyanlar,
Siz misiniz Mavi Marmara katliamının karşısına bir insanlık abidesi olarak dikilenler,
Siz misiniz, Doğu Türkistan’daki mazlum dindaşlarımızın hakkını hukukunu bütün dünya uyurken koruyanlar,
Siz misiniz, gizli kapaklı kapılar arkasında siyaset pazarlıklarına malzeme olmayacağınızı en açık bir şekilde söyleyenler,
Siz misiniz, Türkiye’nin mevcut statükosunun bütün baskılarına rağmen milletin egemenliğini açmak yolunda, referandumda evet diyeceğiz diye ilk günden beri bağıranlar,

Siz misiniz, mayınlı araziler başkalarına peşkeş çekilmesin diye bu topraklar için bağımsızlık duruşunu ortaya koyanlar….
Evet bütün bunları yapan düşünce yerle yeksan edilip terbiye edilmeli ve kendisine sunulana razı edilmeliydi. Bunun için çabaladı yerli işbirlikçiler ve küresel güç odakları.
Şimdi bütün bunların üstüne Anayasa Mahkemesi’nin verdiği karar ve özellikle Uludere ve Hükümet’in Özel Yetkili Mahkemeler konusundaki tavrı nedeniyle BÜYÜK BİR ARAYIŞ başladı.
Fakat bu arayış sürdürülürken Numan Kurtulmuş ve Halkın Sesi Partisi 1 yıllık süre içinde sürekli örselendi ve birilerinin kanaatine göre terbiye edildi. Yokluklar ve imkansızlıklarla boğuşan teşkilatlar yorgun düştü ve kendisine uzatılacak bir el arar hale getirildi.
Şimdi o malum odaklar Halkın Sesi Partisi ve Numan Kurtulmuş’a “EL” verebiliriz diye kendilerince bir kurgu yapıyorlar. Siyasi senaryoların tamamında Numan Kurtulmuş var. AK Parti’de Erdoğan sonrası için yapılan senaryolarda da, AK Parti hükümetinin zayıfla(tıl)ması ihtimaline karşı yapılan senaryolarda da Numan Kurtulmuş var.
Halkın Sesi Partisi ve Numan Kurtulmuş önümüzdeki 1 veya 2 yıl içinde kritik süreçler yaşayabilir. Numan Kurtulmuş kendisine sunulmak istenen senaryolara razı edilmeye çalışılabilir. Bizim bildiğimiz bütün bu konuşulan senaryolara ve oynanmak istenen oyuna karşı durabilecek iradenin Numan Kurtulmuş’ta olduğudur. O irade ile yola çıkmıştır çünkü. Başkalarının çizdiği senaryolarda yer almamak ve kendi sözümüzü söylemek üzere büyük bir iddia ile yola çıkılmıştır. Bize düşen Numan Kurtulmuş’u çıktığı bu yolda asla yalnız bırakmamaktır. Yola çıkarken verdiğimiz sözlere sonuna kadar sadık kalarak ilerlemektir. Verilen söz ve mücadele bizatihi kendisi ve muhtevası önemlidir.
Bizzat Numan Kurtulmuş’un deyimiyle; Biz siyaseti asla ve asla yakın hedefler uğruna yapmıyoruz. Biz siyaseti yüksek idealler uğruna yapıyoruz ve bu idealden asla sapmayacağız.
Dostlar; Türkiye’de sözü dosdoğru söyleyecek ve Kurtulmuş’un deyimiyle kitabın ortasından konuşacak kaç adam kalmıştır Allah aşkına!
Düşman olduğumuz için değil “marufun egemen olması için” söz söylemeye devam etmeliyiz.
Biz iktidarın ya da muhalefetin düşmanı olmakla değil, sözü doğru söylemekle mükellefiz. Bugüne kadar hiç kimse bizim düşmanlık nedeniyle söz söylediğimiz söylememiştir. Kime neden düşmanlık edelim ki!
Bizim için düşman bellidir; Zalimler ve yeryüzünü ifsad eden müşrikler….
Yeryüzünde iyiliğin ve marufun egemenliği için çalışmaktan neden korkalım ve utanalım ki!
O halde sözü çoğaltmaya ve güçlendirmeye devam etmeliyiz.
Tıpkı ilk gün olduğu gibi köklerimizden kopmadan aynı aşk ve heyecanla Parti sözü olduğu için değil Hak’tan yana olduğumuz için tarafımızı belli etmek için sözümüzü söylemeye devam etmeliyiz.
Eğer bu sözü söylemenin yalnızca Particilik/Siyaset olduğunu zannedenler varsa Numan Kurtulmuş istifa konuşmasını baştan sona yeniden okusunlar. Çünkü öyle düşünenlerin bu çatı altında durmasına gerek yok. Onların yakın hedef ve ikballeri için çok daha müsait adreslere gidebilirler. Bu dava ikbal davası değildir. Bu dava birilerinin ikbalini garanti etmek için pazarlık konusu yapılacak kadar basit değildir.
Gidenlerin ya da gitmeye niyeti olanların yolu açık olsun. Biz ayağımıza bir çivi çaktık olduğumuz yerde mevziyi savunmaya devam ediyoruz. O mevzinin adı DAVA’dır. Uğruna gerekirse herşeyi feda etmemiz gerekir diye inandığımız BÜYÜK DAVA’mız.
Unutmayın!
Siz misiniz, gizli kapaklı kapılar arkasında siyaset pazarlıklarına malzeme olmayacağınızı en açık bir şekilde söyleyenler…
Kim ne yaparsa yapsın, kim hangi hesabın içinde olursa olsun, bu yürüyüşümüzü engellemeye hiçbir kimsenin gücü yetmeyecektir. (Numan Kurtulmuş)
Vesselam…