foto: Eyüp KANAR

26 Temmuz 2012 Perşembe



Başbakan, Has Parti ile Kurtulmuş'u neden davet etti


YUSUF ENGİN--* Has Parti MYK Üyesi 21.07.2012

Son yıllarda her alanda hızlı değişim yaşanıyor. Öyle ki, pek çok konuda bir ya da iki yıl önce söylenmiş, yazılmış bir konu, bir görüş, bir senaryo bugün anlamlı olmayabilir. Bu değişimin hızı kadar değişimin niteliği ile de doğrudan bağlantılı.
1989'da iki kutuplu dünyanın çöküşü nasıl 1989'un başında yapılmış pek çok siyasal analizi anlamsız kıldıysa, 2011 başında Arap Baharı ile başlayan süreç de 2010'da yapılmış pek çok uluslararası projeksiyonun ve planın anlamsız hale gelmesine yol açmıştır.
Türkiye de benzer bir değişimi yaşıyor. En büyük değişim şüphesiz siyaset alanında yaşanıyor. Siyaset tanımından siyaset algısına, siyaset yapma biçiminden partilerin siyasal alandaki konumlarına kadar, pek çok alanda büyük bir değişim yaşıyor Türkiye. Sade ve yeni bir siyaset üretilmiyor, yaşanan süreç aynı zamanda Yeni Türkiye'yi inşa ediyor.
Bu değişimin tarihi 1990'ların ortasına kadar dayansa da, siyaset yapma biçiminde esas değişim 1999-2000'li yıllarda oldu. 28 Şubat sonrasında tartışılmaz, bölünmez denilen Milli Görüş geleneğinde siyaset yapma tarzı konusunda başlayan farklılaşma bu büyük değişimin ilk adımı oldu. FP'nin Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmasından sonra, parti içinde kendisine yenilikçi kanat diyen ekibin 2001'de AK Parti'yi kurması değişimin kurumsal olarak ilk adımıdır. AK parti'nin kuruluşundan sonra 15 ay gibi kısa bir sürede tek başına iktidar olması; bu başarıyı 2007 ve 2011 yıllarındaki genel seçimlerde yüzde 47 ve yüzde 50 ile tekrarlaması bu değişimin gücünü ve toplumsal desteğini açık olarak göstermiştir. Yani toplum bu değişime destek olmuştur. Çünkü toplum ilk defa siyasetin hayatına sağladığı katkıyı hissetmiştir. Kısaca AK Parti ile başlayan dönem siyasetin, siyaset algısının niteliksel olarak dönüştüğü ve bu 10 yıllık dönem de bütün kesinti girişimlerine rağmen, siyasetin kurumsallaştığı ve kalıcı hale gelmeye başladığı dönem olmuştur.
DEVLETTEN TOPLUMA KAYAN SİYASET
AK Parti'nin 2002'de tek başına hükümet olması ile başlayan yeni dönem, siyasette eksen değiştirmiştir. Daha önce siyasetin ana referansı ve belirleyicisi devletin aktörleri (asker, MGK gibi) iken, yeni dönemde bu aktörler toplum, toplumsal talepler ve toplumu temsil eden siyasiler olmuştur. AK Parti bu yeni siyasetin ana aktörü olmuştur. Bu değişime ayak uyduramayan partiler 2007 ve 2011 seçimlerinde siyasi bir varlık göstermedikleri gibi varlıkları sembolik hale geldi.
1990 ve 2000'li yıllarda Türkiye'ye yön vermiş olan ANAP ve DYP, 2011 seçimlerinde birleşmelerine rağmen aldıkları oyla bir tabela partisi olmaktan öteye geçememiştir. Benzer şekilde SP de bu kaderden kurtulamayarak aynı dönem Meclis'e girememiştir.
Siyasetteki bu değişim öylesine güçlü olmuştur ki, "devleti kurmakla övünen" CHP bile değişmek zorunda kalmıştır. Kemal Kılıçdaroğlu'nun Genel başkan olması ile başlayan yeni dönem son aylara kadar çok ümit vermese de, son dönemde ki pek çok çıkışı ile CHP dönüşmekte olduğunun sinyalini vermektedir. Kürt sorununun çözümü için kimsenin beklemediği halde yaptığı çıkış, toplumda partinin belli bir teveccüh yakalamasına yol açmıştır. Bu hafta yapılan kurultayda bu değişimin izlerini daha güçlü gördük.
REFERANDUM SÜRECİ VE YENİ KIRILMA
2011 seçimlerinden sonra seçimlerde en çok konuşulan Yeni Anayasa konusunda kurulan "Anayasa Uzlaşma Komisyonu", Türkiye'deki değişimin artık kesintisiz biçimde süreceğinin göstergesi olmuştur. Ancak bu değişimde esas belirleyici olan ve sonuçları açısından 28 Şubat sonrası dönemi hatırlatan süreç 2010'da anayasa değişiklik paketi sırasında yaşanmıştır.
2010 yılı başında Meclis'te uzun tartışmalardan sonra gündeme gelen 28 maddelik anayasa değişiklik paketi, siyasette yeni kırılmalara yol açmıştır. O dönemi kısaca hatırlamak son günlerde yaşanan bazı gelişmeleri anlamak açısından önemli olacaktır.
Anayasa değişiklik tasarısı 2010 yılı başında Meclis'e geldiğinde, bu değişikleri tereddütsüz olarak destekleyen ve değişiklikler eğer referanduma giderse ilk "evet" oyunu vereceğini açıklayan Milli Görüş'ün partisi SP ve onun Genel Başkanı Numan Kurtulmuş olmuştur.
Numan Kurtulmuş'un SP Genel Başkanı olarak aldığı bu tavrın ona pahalıya mal olduğunu da ifade etmek gerekiyor. Temmuz ayında yapılacak olağan kongreye giderken Kurtulmuş'un başına gelenleri referandumda "evet" oyu vereceğini açıklamasından sonra yaşanması tesadüf değildir. Ramazan ayında İstanbul'da katıldığı iftarda yaşanan olumsuz hadiseler, aslında önemli bir kırılmanın da dönüm noktası olmuştur. Numan Kurtulmuş'un SP genel Başkanlığı'ndan istifa etmesi ile sonuçlanan süreç 1 Kasım 2010'da Has Parti'nin kuruluşu ile sonuçlandı.
Bu süreçte Kurtulmuş siyaseten doğru olanı yaptı. Referandumda "evet" oyu vereceğini açıkladı ve toplumda teveccüh gördü.
Bu süreç bir yönü ile FP'de AK Parti siyasetinin doğuşuna benzetilebilir. Başbakan Erdoğan ve arkadaşları FP'nin son döneminde ve FP kapatıldıktan sonra nasıl inandıkları siyaseti için AK Parti'yi kurdularsa, Numan Kurtulmuş ve arkadaşları da siyaseten doğru olanın referanduma evet demek olduğuna inandıkları için SP'den istifa ettiler ve bir süre sonra Has Parti'yi kurdular. Bu sadece anayasaya evet-hayır değil, yeni Türkiye'ye evet demek anlamını taşıyordu.
28 Şubat sonrası dönemde Türkiye'yi ve dünyayı doğru okuyan; AB üyeliği ve demokratikleşme perspektifine sahip çıkan AK Parti büyürken, gelenek dışında bir sözü olmayan SP küçüldü. Kısaca 2010'da SP'den Has Parti'nin doğması da benzer bir kırılmanın sonucudur. AK Parti için 2001-2002 yıllarında AB üyelik hedefi, demokratikleşme neyse Has Parti'nin kuruluşuna giden süreçte Numan Kurtulmuş ve ona yakın isimlerin anayasa değişikliğine ve yeni Türkiye'ye "evet" oyu vermeleri aynı işlevi görmüştür.
Kurucuları arasında yer almaktan onur duyduğum Has Parti için referandumda "evet" demek sadece 1982 Darbe Anayasası'nın 28 maddesinin değişmesine "evet" demek anlamı taşımıyordu. Bu "evet", Türkiye'deki vesayet rejimine darbe vurarak, demokratikleşmeye, normalleşmeye büyük bir katkı sağlıyordu. En önemlisi yeni bir anayasanın yolunu güçlü biçimde açıyordu.
2002'YE 2012'YE
Bu yüzden daha önceki yazılarımda da sık sık ifade ettim, Türkiye'nin geleceğinde siyaseten yer alacak, etkili olacak partiler referanduma "evet" oyu veren partilerdir. Referandumda "hayır" oyu veren CHP'de değişerek bu farkı kapatmak istiyor.
Kısaca, Türkiye, Yeni Türkiye yolunda ve bu geçiş döneminde. Bu geçişi güçlü biçimde tamamlamak durumunda. Siyaseten değişimin öncüsü olan AK Parti'nin Has Parti Genel Başkanı Numan Kurtulmuş'a yapmış olduğu daveti, işte bu arka planda değerlendirdiğimizde anlamlı olacaktır. Bu davet güçlü ve büyük olan bir partinin zayıf ve küçük partiye yapmış olduğu teklif değildir. Bu teklif aynı ilke ve siyaset anlayışını savunan iki partinin Yeni Türkiye ortak paydasında buluşma davetidir.
Başbakan Erdoğan'ın eski DP Genel Başkanı Süleyman Soylu'ya daveti de aynı kontekste anlamlıdır. Hatırlarsanız Süleyman Soylu da hiçbir siyasal kimliği olmadan referandum sürecinde 50'den fazla ili gezerek referanduma "evet" oyu verilmesi için yoğun olarak çalışmıştır.
Başbakan Erdoğan'ın gerek Numan Kurtulmuş'u gerekse Süleyman Soylu'yu AK parti'ye davet etmesi sadece AK Parti'de yoğunlaşmayı değil, güçlü bir Yeni Türkiye idealini hayata geçirme kaygısıdır.
Türkiye'de 2002'de başlayan yeni siyaset dönemi yeni anayasa çalışmaları ve 2014-215'deki seçimlerle tarihi bir dönemeci dönecektir. Bu süreçte AK Parti'nin güçlü olmak istemesi kadar, AK Parti ile ilkesel olarak aynı yerde duran, siyaseti toplum için yapan kişi ve kurumların bir araya gelmesi kadar doğal bir şey yoktur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder